25 Mart 2013 Pazartesi

Ağlamak

Ağlamayı her zaman çok sevdim. Bazen bu beni korkutuyor. Bunu söylerken üften püften her sebebe ağlamaktan, ya da gözyaşlarımı insanlara bir şeyleri yaptırmak için kullanmaktan bahsetmiyorum. Herhalde her annemin bana kızması sonucu ağladığımda beni odama gönderip sesini çıkarmadan ağla ben duymayayım demesindendir, hep kafamı bir yerlere gömüp sessiz sessiz ağlarım. Gözyaşlarını kullananlardan hiç olmadım.
Kimi insan tanıdım, yıllardır ağlamadıklarını iddia ettiler. Onlara inandım. İnsanlar arasında ağlamak gurursuzluk, onursuzluk gibi algılanılıyor. Bir erkek için asla ağlamam demişti bazı arkadaşlarım, bazısı not için ağlamazdı. Ben her ikisi için de ağladım. Bazen sebepsizce ağladım, bazen ağlamak için sebep yarattım ağlamak bana huzur verdi. Gözyaşları ruhumun uzantısı gibi hissederim. Gözyaşları insanın ruhu kadar gümüştür, gözyaşları insanın ruhundan akar, gözyaşları insanın kendi ruhuna dokunması gibidir, ağlarken ruhum bedene bürünmüş diye düşünürüm.
Sanki her insan göğsünde büyük bir yük taşıyor, somutça anlatılamayacak bir yük, alıp çıkarılamayacak bir yük, işte ağladığında insan ; bu yük terk eder bedeni. Ne kadar sürer bilmiyorum bu hafiflik anı, ama rahatlatıcıdır.
Ağlamamayı kural bilmiş, asla ağlamayan insanlar bu duyguları yaşayamıyor diye üzülüyorum bazen. Nasıl kitap okumayan insanların o heyecan verici tadı alamadığına üzülüyorsam, nasıl üşümeyi sevmeyen insanların rüzgardan zevk almayı becerememesine üzülüyorsam, ağlamayan insanlara da işte öyle üzülüyorum. Ağlamayan insan bana çok dertli geliyor, öyle ki bence bu dünyada en çok yük onların sırtında. Ağlamayan insanların öylesine çok yükü var ki, düşüncesi beni bile yoruyor. Onların gururları var, onların karakterleri var, onların kendilerine saygıları var ve bunları üzerilerine yapışmış bir parazit gibi taşıyorlar. Ağladığımda hiç de karaktersiz hissetmiyorum ben. Tam tersine en çok ağladığımda yaşıyormuş gibi hissediyorum. Sanki rüzgarı alıyorum yanıma, uçuyorum, sanki ruhum sonunda beden denilen zindandan kaçıp özgürleşiyor, hiçbir şey düşünmüyorum o sıralarda. Ne korumam gereken kendime saygıyı, ne karakterimi, ne onurumu, insanların yapıştırdığı etiketlerin hiçbirini düşünmüyorum. Gerçekten "ben" oluyorum, kalbim ruhumu kıskanıp yerinden çıkmak istiyor sanki. Gözyaşlarım ruhumun elleri gibi.

Ağlamak zayıflık mı? Ağlamak zayıflık değil, ağlamak her zaman kahramanlık olmuştur. Ağlamak hakkında zayıflık olan şey, onu kullanmaktır. Ağlamayı ruhumu serbest bırakmak dışında hiç kullanmadım.
Sevdiğim biri için ağladım, özlediğim biri için, kaybettiklerim için ağladım, bazen çok mutlu olduğum için. En çok, yaşamayı gerçekten hissettiğim anlarda istedim gözyaşlarımın süzülmesini, bazen en çaresiz anlarımda gözyaşlarım bana destek olacak bir arkadaş olsun diye ağladım.
Keşke herkes ağlayabilse bir kez olsun sadece kendini düşünüp, keşke insan bir kez olsun ruhu için bencilleşse, keşke herkes açsa ruhunun zindanlarını ve beden verse içindeki güce, her şey ne kadar yaşanılası ve hissedilesi olurdu. Keşke bir kez olsun, cesurca ağlayabilse tüm insanlık, keşke...

16 Mart 2013 Cumartesi

Yaradılış

resmin anlamsızlığının farkındayım


Mart olmuş yazı yok. Onlar hakkında yazayım diye bekleyen insanlar var diye korkuyorum, kimse hakkında yazmak istemiyorum. İçimde mutlulukla huzursuzluğun karışımından doğmuş aşırı büyük bir sıkılmışlık var, ne yapsam atamıyorum, kitap okuyorum. Arada geçmişin anlarına yolculuk yapıyor, sonra geri dönüyorum. Her anımda kelimeler az geliyor, daha fazlasını bilmek istiyorum. Bu istek başka insanlarda da var mı acaba, daha fazla kelime bileyim isteği? İstekten çok ihtiyaç. Yazarak anlatacaksanız, dünyadaki tüm kelimeleri bilseniz de yetmez. En zoru yazarak anlatmak belki de. Belki de çizerek. Herkes kendine en kolay anlatma yolunu bulmuş gibi. Ben dokunarak anlatmayı seviyorum, hissederek, yaşayarak. Neyse ki dünyadaki tüm sanatlar sunuyo bunu bana. Edebiyatta da dokunuyorum, dansta da, resimde de. Müzikte? müzik ruhun gıdasıdır diye bir klişe yapasım var. Müzik de ruhuma dokunuyo mesela, daha rahat yazıyorum filan. En güzeli dans etmek, hem müzik var hem doku, hem hava, hem nefes, hem yaşamak. Herkesin bi yolu var işte. Bazen bu bi kaçış mı diye düşünüyorum, sanat için yaratıldığımı hissetmek, kafam karışıyo. Acaba diyorum, bilimin zorluğundan mı kaçıyorum? Sorumluluğun zorluğundan, kendimi inandıramıyorum buna. Üniforma için ölen insanlar var mesela, ben onlardan değilim resmi bi kıyafeti olmayan iş isterim. Üniforma için doğmamışım. Kardelen var mesela sınıfta, doktor olacak. Olamasa da olacak. Öyle inanıyo ki ucunda ölüm olsa da olacak. Olacak işte. O, doktor olmak için yaratılmış. Doktor olmak için yaratılmış olsam bilirdim, o biliyo ben de bilirdim. Sanatçı olmak için yaratılmadığını bilenlerde var mesela. Spor için yaratılmışlar var, ben onlardan değilim, olsam bilirdim. İnsan büyük bir tutkuyla bunu içinde hissediyo sanırım. Ya da ben kendimi kandırıyorum. Sanat yapmak için yaratılmışım. Yazmak, çizmek, dans etmek, hissetmek için yaratılmışım. Fırat vardı mesela, eski bir arkadaşım, o bunun için yaratılmamıştı. Biliyodu. Bilime inanıyodu, bilim yapmak icat etmek elle tutulur bir şeyler bırakmak için yaratılmıştı, dünyayı somutça geliştirmek için. Bunlar ise, onun yaradılış amacı yani, benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Etse bilirdim heralde. Onun inandıklarına saygı duymuyor değilim, sadece benim yolum onunki değil. Ben onun tam tersine, dünyayı soyutça geliştirmek için yaratılmışım işte, hissettirmek için, daha çok daha çok hissettirmek. Arzuyla, tutkuyla, şefkatle  sevgiyle, ruhla, her duyguyla daha çok hissettirmek için. Bazen sadece "sanat yapmam gerek" diyorum kendi kendime. Bunun için mimar olucam. Ailemi hoşnut edip aynı zamanda sanat yapmanın tek yolu sanırım. Ailemin hoşnutluğu umrumda değil diyemiycem, en azından orta yolu bulmak iyi. Aileler uğraş veriyo, en azından onların isteklerini son damlasına kadar yerine getirelim. Yetişkin olunca başımızı istediğimiz kadar bokun içine sokarız.
Herkes bi şey için yaratılmış işte. Kimisi bokun içine gömülmek için yaratılmış. Bazen insanlara aşkı öğretmek için yaratıldığımı düşünürüm. Eğer bunun için yaratıldıysam, dünyanın en adaletsiz yaradılış görevi bence. Bazısı orospu olarak yaratılmış gerçi. Bazısı öğretmek için. Bazısı tek bir adım için yaratılmış. Bazısı, ölmek için. Düşününce pek de adaletsiz sayılmaz. Bazılarımız, Batman'in Robin'i olmak için yaratılmış. Hani kahraman değil de, onu kahraman yapan olmak için.

Hiçbir zaman kahraman olmak için yaratıldığımı düşünmedim. Yani romanlardaki o özel insan olduğumu. Kendi kitabımın başrolü değilim yani. Biri gelecek, ne zaman gelecek bilmiyorum, ben onun yardımcı karakteri olucam. Ben olmasam o yok olacak, ben kilit nokta olucam, ama asıl kişi olmuycam. 
Sanırım bu tür karakterler daha hoşuma gidiyo. Belki de asıl kişi olacak kadar cesur olmadığımdandır. Belki de, asıl kişiler hep budala olduklarındandır. Belki de ben budalayımdır, uzaktan asıl kişi gibi gözüküyorumdur da, asıl kişinin aslında gerçek zeka olması gerekiyodur, odur. Hiçbir türlü asıl kişi değilim işte. 
Aman amma konuştum. Belki konuşayım da siz kendinizi sorgulayın diye vardımdır sadece.

Yazıyı sonuna kadar okuduysanız, benim için kendinizi sorgulayabilir misiniz? Siz ne olmak için yaratılmışsınız?