20 Ağustos 2012 Pazartesi

Furkan

Az önce yazı konusu bulmak için "tükrün aklı ya sıçarken ya kaçarken" dedim girdim tuvalete. Aslında sıçma işleminde pek çok düşünmedim, kısa sürdü zaten. Aslında en çok bilgisayar masasından tuvalete giden yolda düşündüm ben. Sanırım o sırada da altıma yapmaktan kaçıyodum. Ve baam ! atalarımı yine haklı çıkartıyorum ve kemiklerini sızlatmıyorum. Duyarlıyım çünkü ben. Gerçekten duyarlıyım.

Bu yıl ipek de ben de yeni bir hayata adım atıyoruz. Aslında bunun hakkında konuşmak istemiyorum. Mesela çiçekler hakkında ya da bulutlar hakkında konuşabiliriz, barış hakkında ya da müzik hakkında. Ama gelecek değil, henüz hazır değilim sanırım.

Çok huzurlu cici bir şarkı dinliyorum şuan. Adı hırka bilirsiniz hırkaları severim. Hırkaları kim sevmez ki. Hırkalar en iyi arkadaşlardır. Şunu da bilmenizi istiyorum, bu satırları yazan kişinin sadece bir tane hırkası var.  Bu kış aldım onu da, dedim ki hiç hırkam yok abi alayım. Ölümüne onu giyiyorum, hep yanımda. Hiç bırakmıycam onu lan, hep benimle olsun yumurcak. Çok seviyorum abi onu. Dirseklerinde de hani olur ya memurların şeysi, yaması, ondan var. Kahverengi bi şey.Seneye de giyerim diye bir beden büyük aldım, ha bi de bol giyinirim ben. Kışları çok özledim abi... Üşümeyi çok özledim. Üşümeyi çok seviyorum. Psikopat bi şekilde çoook seviyorum, haz alıyorum bundan. Ama böyle vantilatörün üşütmesi değil, ya da denizin mesela, ya da klimanın üşütmesini. Rüzgarın üşütmesini seviyorum ben, güzel kokusunu seviyorum, mücadelesini seviyorum. Yağmur sonrası üşümeleri seviyorum ben. Biraz üşürsün hani, korkarsın sonra üşümekten, sonra kafa tutarsın rüzgara inadına yürürsün ve artık üşüyomuş gibi hissetmezsin ya, onu severim işte ben.
Kışın her şeyini severim ben. Tüm rezilliğiyle severim. Baharı da severim, sonbaharı da, yazı da severim ama az severim onu. Her şeyi severim ki ben. Ama en çok kazakları severim. Renklerini severim, desenlerini severim, yüceliklerini severim, azlıklarını severim mesela, emeklerini severim, bakışlarını severim, şevkatlerini severim... Kazakları en çok severim ben.
Kar var bi de mesela. Onun hakkında çok konuşmak istemiyorum aslında. Kanın en güzel yanı melek yapmaktır başka da tanımam ben kar mar. Kara teslimiyeti severim, kendini yere salarkenki güveni ve özgürlüğü severim ben. Ablama öyle bırakamam kendimi, babama anneme bırakamam, ama kara bırakırım. Öyle bir bırakırım ki kar bile şaşar. En çok kara güvenirim ben, hiç de acıtmaz canımı.

Geçenlerde bir arkadaşıma çimleri ne kadar çok sevdiğimi anlatıyodum. Umrunda değildi, dalga geçiyorum sanıyodu, sadece geveliyodum. Ama gerçekten severim ben çimleri. Belki çok tanımadığım için onları, ayda bir kez anca gördüğüm için belki, belki benim gibi özgür olmadıkları için, çimleri çok severim ben. Huzur doludurlar, can doludurlar, şevk hayat doludurlar çimler. Ama pek yoklar. Belki olsalar bu kadar sevmem, ama özlüyorum bazen, gerçekten özlüyorum hem de. Kokularını hayal ediyorum, yağmurun onlara değişini hayal ediyorum, yağmurdan sonraki kokularını hayal ediyorum. Ama yaşamıyorum. Yaşayamıyorum. Çimlerde yatmak öyle bir huzur öyle bir güzellik ki benim için, kendimi mutlu hayal ettiğimde çimlerde oluyorum hep. Çimler benim gibi, çimler bizim gibi.

Küçükken bahçemiz vardı bir tane, ne güzel bahçeydi o. Hiçbir bok yoktu, betondu yerleri, tuğladandı duvarları, üstünü kaplamış bir sarmaşık vardı bizim balkon bahçeye çıkardı. Güzeldi yine de, yeşildi huzurdu. Ne bileyim, evdi orası evcilikti. Doğaydı orası, biraz doğaydı, küçük doğaydı. Kuyusu vardı bi tane, içilmezdi ama suyu. Kuzenim bi kere içmişti de hastanelik olmuştu filan falan. Ama görseniz, öyle öyle güzeldi ki. Artık yok. Yıktılar kaldırım yaptılar yerine. Artık balkonumuz küçük bir doğaya değil, sokağa açılıyor, kaldırıma açılıyor. Çok gördüler küçücük şeyi bize. Çok güzeldi o zamanlar. Balkonumuzu da zaten camladılar artık oda gibi oldu, sarmaşıklarımızı da çıkarttılar yoldular attılar işte. Orada oturup çay içmiyoruz artık, salonumuzda oturuyoruz televizyon izliyoruz. Çirkin salonumuz.
Gerçi çoğu istanbulluya nazaran yeşil bir yerde yaşıyoruz. Evimizin altında böyle bomboş bir arsa var ötesinde bir bahçe bahçede üçbeş uzun ağaç. Yeşillik işte. Yine şanslıyız yani.
Üzüldüğüm şey çocuklarımın göremeyeceği bunları. Küçücük bir çim için ağlayacakları. Ya da pislik olacakları küçücük bir çim için ağlayacakları ama istemiyorum diye. Nasıl olacak benim çocuklarım ? güzel olsunlar. Yaşasınlar benim çocuklarım, yaşasınlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder