30 Aralık 2013 Pazartesi

kırmızı yeşiller

Yeni yıl geldi, yazı yazmak gerekti. Biraz sorumsuzum şu aralar, önemli günlerden önemli günlere yazı yazıyorum. Arlığın sekizi ve yeni yılın gelişi filan. Aslında aralığın sekizinin önemli bir yanı yok. Aralığın da benim için ne kadar cibilliyetsiz bir ay olduğunu defalarca kez anlattım zaten. Her neyse...

Yeni yıla girmek istemiyorum sayın arkadaşlar (sayın arkadaşlar çok saçma oldu). Fakat yeni yıl hazırlıklarına bayılıyorum. Yeşillere, kırmızılara ve beyazlara bayılıyorum. Çam ağaçlarına, ren geyiklerine, kar tanelerin ve her yandaki neşeye bayılıyorum.
Fakat yeni yıla girmek... Yeterince hazır hissetmiyorum buna, siz gidin ben kalayım. Siz ilerleyin ben hep geçmişte, çok daha geçmişlerde kalayım. Ben altmışlarda, ben ellilerde kalayım ve siz gidin, uzaklaşın, benden en uzak noktaya gidin. Yeni yıl... hemi de çift rakamlı. Çift rakamlardan nefret ederim, herkes çift rakamlardan nefret eder, fakat eğer çocuk yapacak olursam illa çift rakamlı olmalı; bir değil iki, üç değil dört, beş değil altı. Nedenini de hiç ama hiç bilmiyorum. Bu sene çok yoruldum. Bu sene, çok çok çok karanlıktı. İkibinonüçün karanlığına alıştım işte, ondördünkü.

Anlayamadığım bir karamsarlık var içimde. Sanki bir şeyler değişecek gibi. Sanki herkes çok mutlu olacak ben ise çamura bulanacağım gibi. Çamura bulanayım, bırakın da ekimde bulanayım. 

Keşke biraz sussam.

Yeni yıl için bir şeyler dileyeceğim. En son yeni yıl için bir şeyler dilediğimde her şeyin içine sıçıp batırmıştım. Makul şeyler dileyeceğim. 
Bisiklet istiyorum. Çiçek istiyorum. Mavilikler yeşillikler istiyorum. İkiyüz takipçi istiyorum. 

Dilemedim istedim aslında. 

BOK GİBİ BİR YAZI of ne yazsam ki hiç içimden bir şeyler akmıyor.

Aslında kendimi yeni yıla odaklamasam bir şeyler yazabilirdim belki ama elimde değil. Şu sıralar bolca şiir yazıyorum. Camları kocaman ağaçlara bakan bir ev istiyorum. Çamlar istiyorum bir de camlar. En çok çamlar. Ah bir de kar küresi!
Hayatım sıkılmaktan, mutsuzluktan ve bıkkınlıktan sürekli kusuyor. Ortalık bok götürüyor. Tam silmek için eğiliyorum, bir öğürme daha! Daha çok kusmuk, daha çok kusmuk buluyor etrafı. Kendi kusmuğuma yatıyorum. Yoldan geçenler kusmukları görüp iğreniyorlar, bir de onlar üstüme kusuyor. Daha çok kusmuğa bulanıyorum. Kusmuğum acı kokuyor. Bir çocuk pamuk şekerini düşürüyor, ben o pamuk şeker değilim. Bir çocuk elma şekerini düşürüyor. Ne gariptir ki, o da ben değilim. Bir köpeğin bokuna basıyorum. gömülüyor, gömülüyor, ve gömülüyorum. Bir ağaç dallanıyor yapraktan. Allahın işi ya, o ağaç da ben değilim. Gidiyorum. Kara deliklere. Zamanında kara delikler ile ilgili bir ton şey duymuştum. Kara deliklere ren geyikleriyle gidiyorum. Düşüyorum, düşüyorum, düşüyorum. Boşluktayım. Burası mı diyorum delik, deliklerden de delikler çıkıyor. Kalbimde bir delik beliriveriyor, parmağını sokup kapatıyorsun deliği, kapanmıyor. Büyüyor, büyüyor ve düşüyorum. Çanlar çaldı. Tahmin edersiniz, o çanlar da ben değilim. Uyanıyorum ve kusmuklar. Hatırlıyorum ki, rüyamda da pek güzel bir şey görmemiştim. Çanlar çalıyor. Çanlar.

Kış hiç bitmese diyorum. Şu boktan aralık hiç bitmese. Yeşil ve kırmızılar hiç bitmese. Bitiyorlar. Güzel şeyler çabuk bitiyor, ve beyazlar çabuk kirleniyor.

yeni yıla ölerek girersem, tüm sene ölür müyüm? katlanamam. ölüyor olmak hali, ve ölü olmak hali çok çok ayrı şeyler. ölüyor olmak halini yaşıyorum fakat kurtulamıyorum. boşluklar yine.
gitsem de gelmesem. nerelere gitsem nerelere. 

8 Aralık 2013 Pazar

Geçen sene bu gün aralığın ne kadar sikimtrak ve gereksiz bir ay olduğundan bahseden bir yazı yazmıştım.
Yine yazacağım...

Aralık gerçekten çok sikimtrak ve gereksiz bir ay, hiç bir fonksiyonu yok. Zaten o kadar dandiri boktan ki insanlar adını aralık koymuşlar. Arada kalmış gereksiz saçma. Aralık ayında olan önemli şeyler şöyleymiş:

ARALIK
1 Aralık Dünya AIDS Günü
2 Aralık Köleliğin Yasaklanması Günü 
3 Aralık Dünya Özürlüler Günü, Uluslararası Özürlüler Günü 
5 Aralık
Kadın Hakları Günü
Uluslararası Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Gönüllüleri Günü
7 Aralık Uluslararası Sivil Havacılık Günü 
9 Aralık Dünya Madenciler Günü
10 Aralık
Dünya İnsan Hakları Günü
İnsan Hakları Günü15 Aralık III. Selim'in Vefatı (1547) 

16 Aralık Ali Kuşçu'nun Vefatı (1474) 
17 Aralık Hz. Mevlana'nın Vefatı (1603) 
18 Aralık İmam-ı Gazali'nin Vefatı (820) 
19 Aralık Hatta Yesari'nin Vefatı (1798) 
20 Aralık İmam Şafi'nin Vefatı (820) 
21 Aralık

Sultan III. Mehmed'in Vefatı (1603)
I. Ahmed'in taht'a çıkışı (1603)
Kıbrıs Mücahidleri ve Şehitler Haftası
Kooperatifçilik Günü
22 Aralık
Sultan III. Murad Han'ın Taht'a Çıkışı (1574)
Erbain (Zemherir) başlangıcı
23 Aralık
I. Meşrutiyetin İlanı (1876)
Menemen Hadisesi (1930)24 Aralık

IV. Murad'ın Bağdat'ı 2. defa fethi (1638)
Afganistan'ın İşgali (1979)
25 Aralık
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın idamı (1683)
Gaziantep'in kurtuluşu (1921)
İsmet İnönü'nün Vefatı (1973)
SSCB dağıldı (1991)
26 Aralık
Sakız Adası'nın fethi (1455)
Babür Şah'ın vefatı (1530)
Milletlerarası Takvimin Kabulü (1925)27 Aralık

Ayasofya'nın yapılışı (537)
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif'in Vefatı (1936)
Erzincan Depremi (1939)
28 Aralık
İskenderun Demir-Çelik Tesisleri'nin Açılışı (1975)
İstanbul-İzmit Anadolu Otoyolu'nun açılışı (1984)
29 Aralık
Sultan II. Mustafa Han'ın vefatı (1703)
Çerkez Ethem Hadisesi (1921)
Biyolojik Çeşitlilik Günü
30 Aralık
Yavuz Sultan Selim Han'ın Kudüs'ü Fethi (1517)
Gülhane Askeri Tıp Mektebi açıldı (1898)
31 Aralık
Bağdat'ın Fethi (1534)
Demirköprü Barajı ve Hidroelektrik Santralı hizmete girdi (1960)

görüldüğü üzre çok da gereksiz, skimtrak, önemsiz bir ay değilmiş. Fakat hala öyle.
Ya gerçekten ne yaparsanız yapın bana aralığın skimtrak bir ay olmadığını kanıtlayamazsınız.

Bilemiyorum bu yazıdan nereye varacağımı. Zaten of, aralık ayı takvimlerden kalksın bence. Bilmiyorum. Adını değiştirsinler ya da. Aralık yaşamak istemiyorum. İsminde beni rahatsız eden bir şeyler var. Sizce de öyle değil mi?

Siz de aralık ayında akvaryumundan zıplamış yerde çaresizce ölüme çırpınan süs balıkları gibi hissetmiyor musunuz? Aralık son. Aralık. Tüm o aylardaki bizi boşluğa sürükleyen aralık. Aralık. Çaresiz bir ay. Sanki her gününde insanın göğsünden bir şeyler kopuyor. Perdeler var, uçuşmuyorlar bile. Güneşin kafası çok karışık. Ağaçların kökleri saçlarımızı çekiyor, düşüyoruz, aralıktayız. Yeni adımlardayız, yeni kararlardayız ama en çok son. son. son.
Aralık.
Zamanın en gereksiz, boş, fonksiyonsuz bölümü. Aralık.


8 Kasım 2013 Cuma

öğretili bir yazı

Bugün bir küçük düşündüm ve şu kanıya vardım: ben yaşamak işine önem veren bir insanım. Yaşamak üzerine düşünüyorum ve havalı, ağır, ciddi vs. olma kaygısı gütmeden bu işi hakkıyla yapıyorum. Ulan insan! Neden gülmezsin?! Yeter sana artık yeter! Biraz da eğlenmeyi, hayal kurmayı, kendini, hayatı sevmeyi öğren! Bunun nesi bu kadar zor anlamıyorum. Resmen söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Ya gerçekten insanlar ne düşünecek diye yaşamak yorucu bir şey. Ya da ağır abi olayım herkes beni sevsin vaay havalı popi desin diye yaşamak. İnsanlara etiket yapıştırmasak ve onları yargılamasak böyle bir eylem içine girmeyecekler belki de. Belki suç hepimizde?
Bırakın ya ne hepimizdesi. Bence o insanlar salaklar var ya, ciddi ciddi söylüyorum salaklar. Aman hep süper düzgün olayım olgun olayım kafasındaki tüm insanlar, sözüm ona havalı ve popüler olanların hepsi katıksız salaklar! Karizmasını "yaşamak" işinden daha önemli gören bir insana saygı duyamam. Böyle insanlar duygusallığı bilmezler. Sevgilerini, mutluluklarını, üzüntülerini, aptallıklarını dorukta yaşayamazlar. Böyle insanlar sanat yapamazlar. Bunlar kitaplardaki müthiş adamlar değillerdir, bunlar hiçbir zaman Van Gogh olamayacaklardır. Bunlar sadece salaktırlar, basma-kalıptırlar, makinedirler. Bunlar insanların kendilerini tek tip hale çevirmesine izin vermişlerdir. Öbür sene fen bölümü seçip hayatlarında sadece okulda zorla okutulmuş kitapları okumuş bir şekilde mühendis, mimar olacaklardır ve dünyadaki legoya benzeyen, lego kadar karakteri olmayan binalara bir yenisini ekleyeceklerdir. Bunlar kimsedirler. Bunlar ne kalem, ne silgi, ne silgi tozu... Bunlar hiçbir şeydirler. Asıl birey olan insan, yaşama işini ciddiye almış; onu hakkıyla yaşamış insandır. Yargılamayan, etiket yapıştırmayan, başkasına yapıştırılmasına izin vermemiş olan insandır. Bunlar Einstein'dır.

Yaşamak işi ciddi bir iştir, üzerine düşünülesi bir iştir. Burada iki kısım var: kendinizi seven biri mi olacaksınız, başkalarının sevdiği biri mi? İşte başkalarının sevdiği kişi olmayı seçen insan, yaşamak işini baştan batırmıştır, boklara gömmüştür. O sadece bir insandır, birey olmayı başarmanın yanından bile geçememiştir.

Size tavsiyem şudur ki arkadaşlar, olmak istediğiniz kişi olun. Kendinizi seven bir insan olun. Başkaları sizi sevmeyecek, aşağılayacak diye karakterinizden ödün vermeyin. Varsın sevmesinler! Ben severim sizi, başka sevenler de mutlaka çıkacaktır. Sizi kendiniz olduğunuz için seven tek bir insan, onların olmanızı istedikleri kişi olduğunuz için sizi seven insanlar kümesinden milyonkat daha iyidir.

3 Kasım 2013 Pazar

çiçekler için

Çiçekler böylesine güzel olmalarına rağmen, tüm canlılar arasında böylesine yalnız olmaları hayret verici. Dünyada fokları, kutup ayılarını, pandaları, kedileri ve köpekleri önemseyen bir sürü insan var ama çiçekleri değil. Kimse şu çiçeğin nesli tükeniyor diye dünyayı sallamıyorlar. Bana nesli tükenen bir çiçek ismi sorun, bilmiyorum. Çünkü onlar kelimenin tam anlamıyla KİMSENİN UMRUNDA DEĞİLLER. Bir çiçek kopunca kimsenin canı acımıyor.

Şu andan itibaren bir çiçeği koparıp parçalayan her insana kedileri öldürüp onların bağırsaklarıyla resim çekilen insanlara baktığınız gibi bakın.

Çok üşüyoruz. Şikayet etmeyin çünkü üşüyebilecek bir bedeniniz olmasından şikayet etmiyorsunuz. Eğer bedeninizden şikayet ediyorsanız, ölün. Siz bazen çok kötüsünüz ve biz de.
Siz hiç çiçeklerin kötü olduğunu gördünüz mü? Ben görmedim.

Şu andan itibaren bir çiçeği koparıp parçalayan her insana bir bebeğin kolunu bacağını koparıp çöpe atan bir insana bakacağınız gibi bakın. Çiçekler bebeklerden daha az masum değiller.

Dünya pislik bir yer. Dünya bir bok torbası ve biz bu torbada boka bulanmaktan şikayet etmiyoruz. İnsanlar çocuklarını pazarlıyorlar. İnsanlar küçük ve tatlı hayvancıkların derilerini yüzüp satıyorlar. İnsanlar başka insanların yağlarından sabun yapıyorlar ve hiçbirimiz bundan hoşnut değiliz. Tepki göstermeliyiz, tepki gösteriyoruz.

Şu andan itibaren bir çiçeği koparıp parçalayan, ve onlarla başkalarının egolarını besleyen her insana yavru köpekleri sırf hava olsun diye alıp sorumluluğunu kaldıramayınca onları ölüme terk eden insanlara baktığınız gibi bakın.

Kısa cümlelerden hoşnut değilim lakin uzunları benim için çok uzunlar. Cümlelere bağlandığınız çok anlar oldu bilirim. Zaten bizi dünyaya en çok bağlayan şeyler, şu aptal ve anlamsız cümleler değil miler?

Eğer o kişinin çiçeklerden daha değerli olduğunu düşünüyorsanız, sizi sevip sevmediğini kendisine sorun. Pek ala daha iyi bilir.

Şu andan itibaren çiçekleri biraz umursayın, çünkü buna hepimizden daha çok ihtiyaçları olmasına rağmen hiç seslerini çıkarmıyorlar ve sevgiliniz mutlu olsun diye hala güzeller.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Çok güzel bir sürü şeyler. Kuşlar, bulutlar, yağmur damlaları, güneş, toprak, yapraklar. Çok güzel bir sürü şeyler. Acı, mutluluk, hüzün, umut. Ateş ve su. Çok güzel bir sürü şeyler. Dans, resim, şiir, müzik. Patlamak, bağırmak, haykırmak, yırtılmak. Çok güzel şeyler. Bir sürü şeyler. Depresyon, çaresizlik, huzur. Bir sürü şeyler. Güzel şeyler, çok güzeller. Çok güzel bir sürü şeyler. Yaşanılası. 

15 Ekim 2013 Salı

gluk gluk


Ulan insanlar mutsuz, düşünüyorum bu insanlar neden mutsuz? Ben neden mutsuz değilim? Aşırı güzel manyak bi hayatım filan mı var yoksa pozitif miyim? Bilmiyorum valla hiç.

Bu kadar dertsiz olmak da biraz sıkıcı geldi önce, neden mutluyum ben dedim bir sorun olmasın? Sonra mutluluğumu kabul ettim soktum içime mutlu mutlu yaşıyorum. Sadece biraz gelecek kaygım var, onu da seneye erteliyorum. Keşke biz 11.sınıfa geçince aniden üniversite şeysileri değişse sadece 12. sınıf konularından sınava girsek süfer olurdu. Neyse bunları boşverin. Siz nasılsınız derdim ama sormuycam nedense. Ve yazacak da bir şeyim yok yani, yok yani öyle. Ne zamandır yazmıyorum acaba yazmayı unuttum mu diye şeyaptım ve bence UNUTMUŞUM buraya kadar bok gibi geldim çünkü. Ya biraz kitap okuyayım ben. Bana yeni nesil türk yazar önerirseniz çok sevinirim. Kimi okusam ne etsem bir türlü karar veremiyorum.

Neyse...

Umarım siz mutlusunuzdur. Yani mutlu olmanızı isterim. Hatta derdiniz varsa gelin yazın düşünürüz çözeriz. Çirkinseniz, değilsiniz, ve sevgilim gay mı diye saçma sapan bir düşünce içerisindeyseniz, değil.

Mutlu olmak çok da zor değil. Mutlu olmanın püf noktaları şunlar: Hiçbir şeyi takmayın, her gün aynaya bakıp amma güzelim deyin, her şeye iyi bir olaya yol açacakmış gibi bakın, hayatınızı yaşayın ve ZIPLAYIN. Şuan kalkın ve zıplayın. Eğer şuan bunu okuyorsanız, ve kalkıp zıpladıysanız çok mutlu olacağınıza söz veriyorum. Her şeyi kafaya takıp depresyona girmek yerine, herkesi boşverip biraz zıplarsanız hayat çok daha cazip olacak.
Gerçekten zıplamak özel bir şey.
Ciddi bok gibi yazdım.
Ya bi de diyorum yazar mı ossam ben ama olamam ki, baksanıza bok gibi yazdım.
Ya ben hiç mimardıı, mühendisti olmak istemiyorum ama mimarlık okuycam sanırım.
aoafffsfkdfm HAYATIM KESİN BOK GİBİ OLUCAK YA.
Neyse şimdilik güsel mutluyum zıplağım, yaşasın yaşamak.

28 Eylül 2013 Cumartesi

yazım bundan ibaret

İçimizde patlamayı bekleyen şeyler var gibi, bir türlü patlatamıyoruz gibi, keti peri klibi gibi memelerimizden havai fişek çıksın gibi. Hayat çok böyle gibi. Patlayalım.


6 Eylül 2013 Cuma


















sonsuza kadar sus deseniz de,
sonsuza kadar sussam bazen. 
izin verseniz de sonsuza kadar tutsam ellerinizi
ellere hiç ayıp olmasa.

5 Eylül 2013 Perşembe

erkeklere sövmeli yazı

Hasta oldum. TRT'de küçük hanımefendi diye bi dizi varmış o açık şuan. Bu ne lan? tamam kapadım yeşilçam açtım. Nedense bu günlerde pek bir izliyorum. Hasta hasta dans ettim az, sonra terledim sonra garip bişi oldu şuan fena ölüyorum. Ne zamandır da yazı yazmıyordum, aklıma bir şey gelmiyo açıkçası, misal şuan da gelmiyo ama yazıyorum. Tüm kemiklerim ağrıyo.

Bugün öğrendim ki hükumet çocuk olsun diye doğum kontrolü yasaklamaya çalışıyormuş. Bu ne saçmalıktır? Daha nerelerine çocuk istiyorlarsa... Hayır onu bırak adamlar kendileri fellik fellik çoluğa çocuğa, kadınlara tecavüz ediyorlar bir de utanmadan doğum kontrolü yasaklıyorlar. Annem diyor ki erkekler iğrenç, hayvan gibi, ihtiyaçları var tutamıyorlar. Ulan senin ihtiyacın var da kadının ihtiyacı yok mu? Belki ben de sevişmek istiyorum önüme gelenle! Benim de cinsel ihtiyaçlarım var! Sen hayvansın da biz değil miyiz? Şuan insanlığı tamamı ile aşağılamış durumdayım ama bu bir gerçek. Kadınların da ihtiyaçları var. Onlar da cinselliklerini yaşamak istiyorlar ama çocuk istemiyorlar, onu da sana mı soracağız ya hu? Bırak da korunalım!
Gerçi bunları dert etmek için önümde yıllar var ama, öyle diye diğer kadınların dertlerini seslendirmeyeceğim diye bir dünya yok.
Ayrıca ben bakir erkek alıcam arkadaş! Sen beni bakire istiyosan sen de öyle olacaksın. Şu çirkinliğe bak...

şu adam kadar temiz, güzel olamadınız gitti arkadaş
Allahım zaten üşüyorum nasıl sinirlendim. Bir de ne var biliyor musunuz? Erkeklerde büyük bir egoistlik var. Kız pantolon giyiyor "bu sıcakta pantolon giymiş kesin bacakları kıllı" diyorlar, şort giyiyor "bu kalın bacaklarıyla ne diye şort giymiş giymesin" diyorlar, sanki kendileri çok güzel. Sana mı soracağız ulan ne giyeceğimizi? Ben de her yanda senin çıplak vücudunu, çirkin sivri memelerini görmek istemiyorum ama soyunuyorsun! Senin göz zevkimi bozan kıllı bacaklarını görmek istemiyorum ama şort giyiyorsun! Senin bıyıklarından usandım ama bir tıraş olmaya zahmet bile etmiyorsun! Sen kendini ne sanıyorsun e erkek! Popon patates çuvalı gibi, koltuk altların hakkında konuşmayacağım, bacakların desen nasıl sevimsiz nasıl şekilsiz, o tişörtünü neden üzerinden çıkarırsın? İğreniyorum ey erkek! biraz kendine bak be!

Gerçekten artık koca popolu erkeklere katlanamayacağım, biraz dert etsinler de şu popolarını küçültsünler!

Sanırım feminist duygularım nirvana
ya ulaştı. Ulan zaten hastayız üşüyoruz, bir de çirkin çirkin dolaşmıyor musunuz! Yemin ederim yakışıklı erkeklere hasret kaldık, şimdilerde tüm kızlar olarak güzeliz maşallah.

Neyse daha fazla konuşmayacağım sinirlerim bozuldu. Şortla, etekle, elbiseyle yürürken ağzınızı açıp öküz gibi bakmazsanız da mutlu olacağım! Bakacaksanız usturuplu bakın.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

şiirlik

Gidecek çok güzel yerler var sanki. İçecek çok güzel kahveler var, çok güzel çaylar.

Nice kadın için şiir yazılmış, şarkı yazılmış, resim çizilmiş, heykel yapılmış, film çevrilmiş. Nice kadının fotoğrafı çekilmiş, kendinden güzel fotoğraflar. Neymiş bu kadınlar? Biz niye onlardan değilmişiz? Bizim için şiir yazacak bir erkek çıkmayacak mı hiç? Çay içişimizi seven bir erkek çıkmayacak mı? Hala var mı aşkı üzerine şiir yazan adamlar, yıllar önce öldüler mi? Acaba şu sıralar sorun şiir yazan erkek olmaması değil de, üzerine şiir yazılacak kadın olmaması mı? Nasıl olur ki şiirlik kadın? Nasıl olunur?

Hiç şiir yazan bir erkekle karşılaşmadım babamdan başka, hiç şiir okuyan bir erkekle de karşılaşmadım açıkçası. Ne az insan var ben şiir severim diyen.
Bir erkek çıksa karşıma dese ki "çok severim ben nazım, cemal, attila, turgut" utanmasam aşık olsam.

Ne aşık olunası insandır şiir okuyan kadın, erkek, insan.
Şiir okuyan, şiir yazan insan ne güzel insandır, ne mavi.

Bir kadın çıksa karşıma, adına şiirler yazılan. Yetinemesem güzelliğiyle bunca şiirin ardından.
Amma da kıskanırım işte böyle kadınları. Kesin çirkin derdim karşılaşsam bi de salak, hiç de değil saçları saman sarısı.

Bir kadın ne kadar güzel, ne kadar canlı, ne kadar kırmızı olabilir ki üzerine şiir yazılsın?

Ben bunu bilemedim gitti. Ya ben şiirlik kadın olamadım hiç, ya da başkaları şiirlik erkekler değildi.

4 Ağustos 2013 Pazar

uzaklarda


Ellerini tutuyorum. Gitmek istediklerim en uzaklar. İstediklerim, yargılanmamak. 
Ellerini tutuyorum ve en uzaklara gidiyorum. Dans ediyorum ve yanımda müzikler var. 
Ellerini tutuyorum. Dans ediyorum ve müziksiz ve yağmurla. 
Uzaklarda dalgalar var. 
Uzaklarda ben rüzgarım. 
Uzaklarda hiç tanımamışım seni. Ellerini tutuyorum. 
Yargılanmıyorum.
Uzaklarda çeşit çeşit insanlar. İsimsiz insanlar. Çıplak insanlar. 
Uzaklarda, senden çok. Fakat senin yanında hemen. Yargılanmayan insanlar. İsimsiz ve beyaz ve mavi ve sarı insanlar. Renk renk insanlar. Melodi melodi insanlar. Dans insanlar, resim insanlar, müzik insanlar. 
Uzaklarda, senden çok. Fakat senin yanında hemen. İnsanlar ruhlarıyla çağırırlar birbirlerini.
Yargılanmazlar.
Ellerini tutuyorum. Gitmek istediklerim en uzaklar. Uzaklar, senden çok. Fakat senin yanında hemen. Hemen oraya gitmek istiyorum.
Uyumak istiyorum bulutlarda
Ve isimsiz olmak istiyorum.
Ve renk, ve melodi. Dans, resim, müzik. 
Boya olmak istiyorum ki bir şeyler yarat benimle. 
Nota olmak istiyorum.
Rüzgar olmak istiyorum beni savur diye.
Uzaklarda çok uzaklarda. Senin hemen yanında fakat. 
Bir mavilik var nasıl anlatsam?
İsimleri yok insanların. Çıplaklar. 
Yalnız ruhları.
Uzaklarda ama nasıl uzaklarda. Nasıl anlatsam, çok uzak senin benim kadar ve kafalarımız kadar bizim.
Bir dünya var isimleri yok insanların. Çıplaklar. Yalnız ruhları.
Yargılanmadan
Müzikleri, dansları, resimleri, heykelleri.
Uzaklarda çok.
Bilinmeyen kadar.
Nasıl anlatsam?
Sen ve ben kadar uzaklarda. 

18 Temmuz 2013 Perşembe

yağmur
Önce dizlerinin üstüne çöktü,
Dizleri de dayanamayınca sırt üstü yere uzandı
Gökyüzüne yerden düşmüş bir yıldız gibiydi
Daha fazla düşemem diye düşündü
Sadece, yağan yağmur gözyaşlarını siliyordu...

baştan sona saçimti şeyler


Şu sıralar o kadar sorunsuzum ki, "hayatımda sorun yok" diye içerlenip sorun bile çıkaramıyorum. Tüm gün tek yaptığım erik yemek, hoppidi şarkılar açıp ya da şarkısız dans etmek, dizi izleyip kitap okumak, uyumak. Bazen bugün hiç kaka yapmadım diye, bazen ojem taştı diye, bazen dizi-mag açılmıyor diye, bazen erik bitti diye üzülüyorum. Bunun dışında hayatım şahane. Kaka yapmadığım günleri de bir ton çay içerek kaka yaptığım günler haline getiriyorum. Çünkü çay kakamı getiriyo ve kaka yapmayınca kendimi şişman hissediyorum. SİZE KAKAMI NEDEN TÜM AYRINTISIYLA ANLATTIM HİÇBİR FİKRİM YOK. Yolda diye bir kitap istiyodum ablam arkadaşından almış benim için sağolsun okuyorum şimdi. Henüz elli küsürüncü sayfasındayım. Canım sadece geceleri kitap okumak istiyor ve geceleri annem gelip yatma vakti zırvalarını çekince kitabı bırakmak zorunda kalıyorum. Bi de liseye başladığımdan beri kitabı yolda, otobüste, minibüste okumaya alıştığım için oturup kitap okumak biraz zor geliyor. Bazen sırf kitap okumak için otobüse binip ilk duraktan son durağa gidip dönmeyi düşünmüyor değilim. Bunu yapmak için yanımda birini istiyorum. Bu da Ezgiden başka kim olabilir ki? Ezgi dünyanın en süper insanı filan. Ona böyle sürekli deli gibi sarılmak istiyorum. Çok önemli benim için. Bazen kendimi ona göre salak hissediyorum, bu pek alışkın olduğum bir durum değil ama yine de hoşuma gidiyo. Resmen daima benden bir adım önde. Böyle birine gerçekten bayılacağım hiç aklıma gelmezdi. Benim gibi kibirli, narsist, pislik adam............. Dışardan pek göstermem de içimde çok aşırı öyle bir insanım yani. Bazen ezginin beni benden daha iyi tanıdığını düşünüyorum. Bi de benden hiç sıkılmıyo bence. Yani umarım öyledir. Hani ben konuşuyorum.. konuşuyorum... ve o sıkılmıyo. O konuşsa konuşsa ben de sıkılmam. O da konuşuyo konuşuyo. Neyse ezgişi çok seviyorum işte hüper süper bir insan, gelecekte asla bağlarının kopmayacağı türden. Gerçi neden bağlarımız kopsun ki çok saçma, imkansız bence. Mesela aleynayla da öyle, onun gibi şeker bi insanla nasıl bağlarım kopsun? Bu derece çok sevdiğim bir arkadaşımken. Gerçi ne zaman biriyle çıksam "neden kavga edelim ki, bence çıksak kavgalık asla bir sebep bulamayız" diye konuşuyor, sonra bir yerlerden kavga meselesi çıkarıyorum. Ama arkadaşlık başka bir şey sonuçta. Ama mesela büyük ihtimal ipekle de hiç bağlarımızın kopmayacağını düşünmüşümdür ama koptu, ve asenayla filan da. Siz asenayı tanımazsınız büyük ihtimal, hiç anlattım mı bilmiyorum. O benim ilkokulda, yani üç dört ve beşinci sınıfta bayaaa en iyi arkadaşımdı, baya iyiydik. Şimdi ne yapar ne eder aç mıdır açıkta mıdır te teeee. İnsanlar kopuyorlar, kopuşuyorlar. Bazen kopmak istemiyorum. Bazen de çok istiyorum. Çok çabuk sıkılıyorum bazı insanlardan onları kendimden uzaklaştırıyorum ve artık uzak oldukları için üzülüyorum. Onları hayatımdan çıkarmak için götümü yırtıyorum ve sonra... Ve sonra özlemden köpekleşiyorum. Bazısının yokluğuna alışıyorum, çoğunun yokluğuna alışıyorum. Onsuz yaşayamam diyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki, her şey bambaşka. Onsuzsunuz. Sonsuza dek. Çok garip işte, hayat çok garip. Düşünsenize hayatınızdan çıkmayacağına emin olduğunuz kaç kişiden mahrumsunuz? Bu sayı çok işte, gerçekten çok. Belki artık siz onu istemediniz, belki o sizi. Sonuç olarak yoklar. Emindiniz ama yoklar. Emin olmayın, sağlayın, gitmemelerini.
Bazı şeyleri ertelemeyin.. Bazı şeyleri söyleyin. Gidin ve insanlara onları sevdiğinizi söyleyin. En yakın arkadaşınıza, annenize, babanıza gidin ve seni seviyorum deyin. Bu o kadar da zor olmamalı.
Yapmak istediğiniz şeyi yapın ya da yapmak istediğiniz şeyi düşünün. Gelecekte olmak istediğiniz şeyi düşünün. İdealleri, gerçekleri, mantığı bir yana bırakıp sadece kim olmak istediğinizi düşünün ve olmak istediğiniz kişiye ulaşmak için bir adım atın. Sadece ufak bir adım. Mutlu olun. Geleceğiniz için mutlu olun. Hepiniz kalkın, gerçekten ama gerçekten olmak istediğiniz şeyi düşünün ve motorları maviliklere sürün, güzel günler göreceksiniz, güneşli...
Ertelemeyin, seni seviyorum deyin ve emin olmayın.

7 Temmuz 2013 Pazar

ayçiçeği

Normalde yazılarımı bir sürü kişi okusun görsün istiyodum ama şimdilerde resmen yazıp saklanıyorum. Bok gibi yazılar yazıyorum gibi geliyo, hiç içime sinmiyo, rahatsız oluyorum. Gerçi eskiden de çok güzel yazdığımı düşünmüyordum ama o zamanlar pek de umurumda olmuyordu, bi sorunum oluyodu ve tek derdim onu paylaşıp acısını üstümden atmaktı, güzel olup olmadığını düşünmüyodum. Fakat şu sıralar hiçbir sorunum yok. Hiç bunalımlarda değilim. Ne kendimden şikayetçiyim, ne de etrafımdakilerden. Hayatım idare eder, tipim idare eder bilemiyorum. Paylaşacak hiçbir şeyim yok. Olmayınca yazamıyorum. Zaten kendi yazmalarımı da hiç sevmiyorum. Sıkılıyorum okurken, başkalarınınkileri daha çok beğeniyorum adam gibi yazıyolar. Neyse...

Belki fark etmişsinizdir yazının başından, yazacak hiçbir şeyim yok. Öylesine konuşuyorum, sohbet misali, okumak için kasmayın. Nolur kasmayın, çok sıkılırsınız sonra.

Ya işte biliyosunuz benim hiç böyle doğru düzgün adam akıllı ilişkim olmamıştı. Ben zaten birisiyle çıktım mı ayda 4 kez, yani haftada bir filan adamdan ayrılan, sorun çıkaran, trip atan bir kimseydim. Sürekli bunalım takılırdım. Neden öyle takılıyosam, ne salak kızım ben ya, hiç de var ya öyle bi karakterim yok. Yani aslında var demek ki, yok lan var. Ya of abi biri bana hep kendinden bahsediyosun demişti hatırlıyo musunuz? onu kim dediyse var ya ağzına sıçıyım hala unutamadım. Neyse ben ne diyodum ya, işte bu ilişkimde hiç öyle olmadı. Bir buçuk ay filan oldu sanırım 21 mayısta başlamıştı ne kadar olmuş ki of aman banane inanır mısınız, bir kez bile ayrılmadık. Hayret bir şey yani. Ben büyüdüm sanırım. 

Elli saat oldu hala aklıma yazacak bir şey gelmiyo. Eski taslaklarımdan kopya filan mı çeksem ne yapsam. Of ne yazmak istiyorum biliyo musunuz, bir yazı okudum ve hayatım değişti yazmak istiyorum amaaa hiç de öyle bir sanatsallığım yok, özellikle bu gün. Bu gün çok sıçımtırak bi gün. Bu gün Allahın ağzıma sıçılsın diye yarattığı gün. Bu gün kardeşlerim! Bu gün evrenin bana YASEMİN SEN ARTIK ŞİŞMANSIN dediği gün! Acı bir gün. Artık eski kondisyonun yok yasemin. Artık göbeklisin. Artık yokuş çıkarken nefes nefese kalıyor, artık koşamıyor, artık 40 dakikalık dans dersinde yoruluyorsun. Artık yaşlısın yasemin! Artık sağlıklı değilsin. Artık anlında küçük sivilceler beliriyor, çenende de öyle! Çünkü yasemin, artık makarna yiyorsun, artık cips, artık çikolata yiyorsun. Yasemin bunlara bir dur de!
Bunlara gerçekten bir dur diyorum ama durmuyorum. Moron oldum bence ben. Ben eskiden dondurma bile yemezdim lan, neden böyle oldu acaba. Aman formumu koruyayım kafasında da hiçbir zaman olmadım, sevmem yani ondan yemem. Ama biraz spora filan başlamak gerek. En son 51 olan kilomda süper formdayken, şuan 55 filan olmuşumdur diye düşünüyorum. Allam inşallah olmamışımdır.
Neyse ya zayıflarık o sorun değil çok da fifi de, benim böyle çabucak yorulmam çok sinirimi bozuyo. Bu sebeple spora başlamaya karar verdim, annemle plates yapıcaz (kajskldhnsjkdfm). Bi de annemi paten almaya ikna ettim, kısmen etmiş olabilirim yani.

A size bi şey anlatıcaktım bak şimdi aklıma geldi, bunu okuyun bak

Geçen gün arınla konuşuyorduk, dedim ki ben öyle sıradan dandirik bir şey istemem, güzel orijinal evlilik teklif edeceksin. O da bana "çok şey istiyon sen:))9" dedi, malum piç gülüşü eşliğinde ben de evlilik teklifim nasıl olsun isterdim biraz onu düşündüm.

Öncelikle gece olması gerek. Evlilik teklifimin kesinlikle gece olması gerek. Yıldızlar gökyüzünde parlarken. Mesela sevdiğim bi grubun konseri, çok eğleniyoruz çok mutluyuz, hatta etrafımızda arkadaşlarımız var. Uygun bir şarkıda, malum kişi birden diz çöküyor, etrafımızdaki insanlar benim üzerime küçük ay çiçekleri ya da sarı papatyalar atıyor ayçiçeğini tercih ederim. Van Gogh'un yıldızlı gecesinde, Van Gogh'un ayçiçekleriyle. Öyle işte, sonra da kabul ediyorum, sarılıyoruz.
Evlilik teklifimin olmazsa olmazları: Gece ve Ayçiçekleri kısacası.

Siz nasıl bir evlilik teklifi isterdiniz/ederdiniz? Yazın paylaşalım böyle. Yazarsanııız teşekkürler.

30 Haziran 2013 Pazar

Canımız bazen çok acıdı. Öylesine çok acıdı ki, bu yaz günlerinde titreyerek üşüdük. Ağlarken hep üşürdük. Yağmur vardı gökte, ve bilmiyorum hava griydi.. Pişman olmaktan korktuğumuz için ne çok şey yapmadık. Keşke pişman olmayacağımıza emin olsaydık. Keşke her birimiz yağmurda soyunacak kadar cesur olsaydık. Ve keşke bazı şeylere bitti diyebilseydik.
Biz olamadık.
Biz olamayanlarız.
Biz çimlerde yuvarlanmayanlar, biz giysilerle havuza atlamayanlar, biz karda dondurma yemeyenler. Biz olmayanlar. Biz düşünmeden öpüşmeyenler, biz düşünmeden konuşmayanlarız. Bazen takıntılılarız, biz rahat bırakamayanlarız. Biz ne olursa olsun demeye yürekleri yetmeyenler.

Bugün çok soğuk sizce de değil mi? Yazın soğuğu kıştan daha soğuk.

Biz olamayanlarız.
Biz her şeyi düşünüp seksi düşünmeyenler, biz her şeyi düşünüp özgürlüğü düşünmeyenler, biz her şeyi düşünüp düşlemeyenler.
Sözcükleri düşündük, resimleri, dansları, müzikleri düşündük... Biz onlar hakkında hiç kafa yormayanlar.
Biz okuduk, biz dinledik. Okuduklarımız ve dinlediklerimiz üzerine hiç düşünmedik. Biz ne dendiyse aldık.
Biz, bize verilen her şeyi aldık ama özgürlüğü değil, aşkı değil, cinselliği değil. Biz kuralları aldık. Biz doğru olduğuna inanılanları aldık. Biz yorum yapmayanlarız.
Biz olamayanlarız.

Biz özür dilemeyenler, biz gururlular, biz gururla can yakanlar. Biz düşünmedik, biz yorumlamadık ama hep biz haklıydık.
Biz kara insanlarız, biz ruh, biz görünmez, biz yaşaması anlamsız insanlarız. Biz özgürlüğü düşlemeyen, biz çılgınlık yapamayan.
Biz çiçeksiz insanlarız, biz çimsiz, biz sarısız, biz mavisiz.

Biz olmayanlarız.
Biz görmeyenleriz.
Biz bulunmayanlarız.
Biz sağlamayanlarız.
Biz boşuz,
Biz uzay kadar boş,
Biz evsiz,
Biz düşlemeyenleriz.
Biz özgürlüğü,
Biz söylemeyi,
Biz biz olmayı,
Olamayanlarız.

Biz böyle olmayalım. Görelim, duyalım, paylaşalım, yorum yapalım, düşleyelim, çılgınlaşalım, özgürleşelim, soyunalım, koşalım... Biz düşleyenler.

28 Haziran 2013 Cuma

Yalnızlıktan titrer haldeyim. Gözyaşlarım akmıyo. Uyumak istemiyorum ama bedenim kendini satarcasına sürekli bir uyku halinde. Bir şeyler kesmek, yırtmak istiyorum kendi üzerimde bir şeyler ama hiçbir şey yapamıyorum. Hapishanedeyim, tıkılıyım, kafamı çıkarıp nefes alamıyorum. Kendimden kurtulamıyorum, annem salağından kurtulamıyorum, evden kurtulamıyorum. Küçülüyorum küçülüyorum küçülüyorum, taa ki yok gibi gözükene kez küçülüyorum... Yine yakalanıyorum, ne kadar küçülürsem küçüleyim kendime yakalanıyorum. Küçücükken bile sığamıyorum, nefes alamıyorum. Kollarım başkasının kolları, beynim başkasının, ve kalbim de öyle, midem dışarı çıkmak istiyor. Ben bu kadar tıkılıyken midem kaçamıyor. Boynumu sıkmak istiyorum, kendimi boğup öldürmek istiyorum. Dışarıda da boğuluyorum, evde de, uyurken de, uyanıkken de. Yalnızlığım arttıkça gömülüyorum, gömüldükçe etrafımda insan istemiyorum. Yalnızlık canımı acıtıyo, ama herhangi bir sebepten insanlardan yine kaçıyorum. İnsanlar beni boğuyo, bu ev, bu giysiler, bu saçlar, bu eller beni boğuyo. Sadece onu istiyorum. Beynim yerinden çıksın istiyorum. Kollarım olmasın, kalbim olmasın istiyorum. Tüm uzuvlarım bana ağır geliyor, taşıyamıyorum. Anlatamıyorum.

23 Haziran 2013 Pazar

Seni okumak isterdim. Kitaplar her zaman daha iyidir; daha gerçek, daha dokunulası... 

19 Haziran 2013 Çarşamba

lalalalal

En son yazımda sevgilimin yanında pek kendim olamadığımdan, kendim olursam beni sevmeyeceğinden korktuğumdan bahsetmişim. Sanırım biraz garip bi cümle oldu ama okumamış gibi yapın ne bileyim.

Evet durumlar gayet öyle gitmeye devam ediyordu veee sonra "ege gezisi" devreye girdi. Okulca bi geziye gittik, 3 gün boyunca egede kültür gezisi yapacaktık ben de orada olacaktım arın da. Gezinin başlarında biz yine bi pek konuşamadık, kasıntı kasıntı takıldık filan sonraaaaa arın otobüste yanıma oturmaya başladı ve her şey güzelleşti.

Normalde ben aleynayla oturuyodum, o gün denize gitmiştik, ben kansız bir kimse olduğumdan çok çabuk üşürüm bu yüzden denizden aleynaya göre erken çıktım, gidip hemen üstümü değiştirdim deli gibi titriyodum çünkü. Aleynalar elli saat sonra çıkmışlar denizden, üstlerini de değiştirmemişer, bikinin üzerine bir elbise geçirmişler öyle duruyorlar kabinlerde çok sıra varmış. Sonra dedim ki ıslak ıslak yanıma oturma, doğanın yanı boştu ve doğa da ıslaktı onun yanına oturdu, sonra ben tek olunca arın da yanıma geldi. Ertesi gün de yanımda oturdu. Şimdi çocuk saatlerce yanımda oturunca kasıntılık yapamıyorum, ona yapsam önümde arkamda arkadaşlarım var onlara yapamıyorum. Ben de saldım gitti salaklaştım. Sonra bi baktım, arın da bir şeyler kasıyormuş, o da salaklaştı ve mutlu mutlu salaklaştık. Ege gezisinden sonra ilişkimiz gayet adam gibi oldu. Anladım ki ne kadar salaklaşırsam salaklaşayım bazı salaklıklarıma katılmasa da beni sevecek, hep sevecek yani. Masallarıma gülmese de onları dinleyecek ne bileyim. Ben bir şeye gülmekten ölürken, ona komik gelmese de benim suratıma bakıp sırıtacak. Bunlar böyle olacak. Hem artık "eve gelirken ekmek al" dediğimde "tamam karıcım" da diyo. Tam bir ideal sevgili oldu. Biraz öküz ama, canım benim öküzken daha çok seviyorum.

Sevgiliden bahsetmekten de nefret ediyorum ama sadece aramız bayaa iyi onu bilin istedim, yani her şey yolunda.
Sürekli kendimden bahsediyorum bu aralar, size insan yazısı yazıcam bi gün.
Bu arada dans kursuna devam etmekteyim, her şey çok iyi gidiyor, yol alıyorum yani sanırım.

Resmen hayatımda hiç şıllık yok, nefret edebileceğim biri filan. Yaz tatili bu yüzden kötü.
Küfür edebildiğim tek şey de tayyip mesela, amma içimde şu sıralar her şey lan şuan farkettim, yazacak da pek bir şeyim yok.

Hep derdim ya yaşamıyorum, yazamıyorum. Hani yaşasam yazarım, yaşamadıkça yazacak bir şeyim yok. Anladım ki aslında yaşadıkça yazacak bir şeyim yok. Anı yazmaktan pek anlamıyorum açıkçası. En iyi olduğum konu hayal kurmak, saçmalamak. Yaşadıkça bunları unutuyorum. Yaşadıklarımı anlatmaktan hoşlanmıyorum, ben sizi anlatmak istiyorum, sizinle yaşamak istiyorum. Gerçekten yaşadıkça bu olmuyor.

Dünyada filmlerdeki gibi anlar yaşamayı bekleyen tek insan ben olamam değil mi? Dünyada Romantik Komedi şarkısını seçmiş olan tek insan da ben olamam. Öyle değildir bence.
Bir parkta oturmuş kitap okuyorsunuz ve bir oğlan yanınıza yaklaşıp sizinle kitap hakkında sohbet etmeye başlıyor, konuşuyorsunuz, aşık oluyorsunuz. Dünyada gerçekten böyle aşık olan insanlar var mı? Bir kitap reyonunda çarpışıp tanışan? Ne bileyim. Var. Bi insanın hayatınızın aşkı olduğunu nasıl anlayacaksınız peki? Çok seviyorsanız öyle midir? Daha önce de başkalarını çok sevmiştiniz. Çok düşünüyorum. Düşünmek daha güzel, bunca düşünmeyen insana karşın bırakın düşünelim arkadaş! Dünyada kafaya ihtiyaç var.
Bi an oturmuş bunları düşünüyor olmaktan utandım. Biliyorum ama, hayatımda filmimsi bir an istiyorum. Romantik komedi bir an. Ah bee romantik komedileri aşırı çok seviyorum. Her kız sever bence, sevmeyen ölsün. Hayatımın bir köşesinde romantik komedi bir aşk istiyorum.

Of bu yazıyı bitirmek istemiyorum çünkü hala yeterince tatmin olmadım. Sik gibi oldu bu yazıda, artık bu blogda sik istemiyorum!!1 Ama yine yaratıyorum bak görüyo musunuz? Okumayın diycem yine ama... Aman be okuyuverin gözünüze mi yapışır?

İnsanların bu kadar orijinal, entel, başka olduğu bu günlerde, insanların bu kadar güzel olduğu, bu kadar kendi olduğu bu günlerde bu yazıyı yazmış olmaktan utanıyorum ama olsun. Sanatımızla hükümeti sikeceğiz arkadaşlar, destekler olsun size, Tanrı yanınızda olsun.

7 Haziran 2013 Cuma

Cicisinde Bicisinde

Yazmadım yazmadım, sonunda yeter dedim, uyandığım gibi bilgisayarın başına geçtim.

Olmayan okurlarım, hayatımdaki en taze haberler şunlardır: olanaksız bir biçimde matematiğim üç düşüyor ve uğruna aşk yazıları yazdığım çocukla şuan çıkmaktayım. Size her şeyi uzun uzun anlatacağım biraz bekleyin. Arkadaşla 21 Mayıstan beri beraberiz, bu güne kadar yazı yazmamış olmak da benim ayıbımdır. Yazacaktım ama elim gitmedi biraz daha bekleyeyim ilişki bir rayına otursun dedim, bana kalsa daha bekleyeceğim ama blog beklemez. Ayrıca geçen yine girdim geziparkı olayları için yazı yazmaya ama bilirsiniz bu blogda elim hiç siyasete gitmez. Bu siyaset değil bu halkın direnişi bu halk doğru, ama yapamıyorum işte. Burada olmuyor.

Şimdi bu yavru tivitır hesabı açmış, yani biliyodum zaten hesabı olduğunu da hiç tivit atmıyodu takip etmemiştim sonra beni takip etmiş. Allahım anlatamam, bizde -sınıfca- bir mutluluklar bir hoplamalar bir zıplamalar, kafayı yedik. Sonra dedik ki tamam hemen gelin güvey olmayalım. Sonraaa bir tivit daha atmış işte yeter artık söyleyeceğim bu kıza yarın filan, biz sınıftakilerle tabi yine bir çıldırış bir kafayı yiyiş. Ben de o kadar eminim ki ben olduğundan anlatamam, ne özgüvense, ama sonuçta benmişim yani. Her neyse işte o gün okuldayız ben her an tetikteyim çocuk gelicek söyleyecek diye, fırat her tenefüs söyledi mi diye soruyo, ben mağrur bir şekilde hayır diyorum. Sonra geldik soooon derse, yavrumu bi kız itelemiş benim üstüme söyle diye, bu söylemedi yine. Ben dedim ki tamam kesin artık. Derste kafayı yedim gelicek söyleyecek diye nasıl heyecanlıyım anlatamam. Sonra dedi ki ezgi, sen git aşağıya tek başına bizi bekliyomuş gibi yap sen o sırada yalnızken o gelir söyler. Herkes planı mantıklı buldu, canım aleyna sınıftan geç çıkmak için çöpleri filan toplamış. Sonra yaklaştı işte arın yanıma böyle konuşmaya başladı aptal aptal, ben hiçbir şey duymuyorum o sırada tabii. İşte ben senden bi süredir hoşlanıyorum filan diyo adam, ben cevap veremiyorum. Sonra "çıksak mı ki" dedi, olur dedim çıkmaya başladık.

Cidden çok maldık ilk zamanlar sürekli aşık aşık birbirimize bakıp sırıtıyoduk. Şimdi de öyleyiz esasında çok fazla sırıtıyoruz bakıp. Ne bileyim her şey güzel gidiyor. Arada kavga ediyoruz, aramız bozulacak diye çok korkuyorum ama bir şey olmuyor.
Zaten o kadar çok şeyden korkuyorum ki, son derece güzel yürüyen hayatımı bunları düşünmekten yaşayamıyorum. Olduğum kişiyi sevmez diye korkuyorum, çok mesaj atıyorum sıkılır diye korkuyorum, çok mallaşıyorum bıkar diye korkuyorum, çok trip atıyorum usanacak diye korkuyorum, korkuyorum da korkuyorum. Her şey "o beni bırakmaz" güvenine henüz erişemediğimden oluyor ama zamanla yoluna girer. Bi de ben ilk defa sevdiğim bi çocukla çıkıyorum hani, hiçbir şeyden emin olamıyorum. Bi kerecik hiç bırakmam güvenini verse yetecek de, söyleyip de alamam o güveni heralde.

Böyle krallıklarım vardır benim, hayali. Masallarım vardır, herkes için ayrı. Takma isimlerim vardır aptal. Oyunlarım vardır. Çocuk gibiyimdir ama değilimdir. Çok gülerim, bazen çok huzura dayanamaz olmadık şeyden kavga çıkarırım. Oje sürerim, bazen eyeliner. İşte böyle, çoğu konuda fikrim vardır ama çok biliyorum dediğim hiçbir konu yoktur mesela. Öyle demek hoşuma gitmez, hep insanların daha çok bildiğini kabul eder fazla tartışmaya girmem, artık yeter dedirtmiyosa. Kuklam var mesela adı dondurma, domuz kuklası. Dans ederim ben ne zaman müzik duysam dans ederim. Hep şımarıklık yapasım olur öpesim koklayasım oynayasım olur. Evlenme hayalleri kurmayı severim mesela, evcilikler oynamayı severim, kocacım demeyi severim sevgilime ne bileyim, öyleymiş gibi davranmayı severim. Çok çocuğum bazen, bazen çok büyüğüm. Çok kızım çok çok kızım çoğu zaman. Sahiplenilmeyi severim mesela, sahiplenirim de.
Bir insan bunların hepsini sevip nasıl katlanabilir. Olmadık kavgalarımın hepsini nasıl alttan alabilir? Neden bunları bu kadar çok düşünüyorsam, bıraksam şöyle hiç düşünmeden her şey daha kolay olur bence. Sadece kendim olsam, sevmezse sevmez severse sever, her şey zamana kalsa. Artık öyle yapayım ben, az düşüneyim çok kendim olayım.

Ya bilmiyorum bok bok gibi bir yazı oldu canım da hiç yayınlamak istemiyor ama yayınlayacağım, okumasanız da alınmam. Hayatım güzel işte. Sevgilim çocuğu çok çok çok seviyorum, mutluyum, bazen ne kadar mutluyum lan ben deyip olmadık şeylere kendimi üzüyorum. Hayat cicisinde bicisinde gidiyor, herkesinki öyle olsun.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

"Sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
"Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.

"Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki...."
"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."
"Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "Hasta bir köpek kadar yalnız..."

23 Nisan 2013 Salı

Pek de bilemedim gidişatı filan

Dudaklarım bembeyaz, gözlerimin altı anlatılamayacak kadar mor, ve yüzüm bir o kadar cansız. Ne yazıcam, neden yazıcam bilmiyorum. Yalnız içimde bir yazma isteği vuku buldu. Ne zaman etkileyici bir kitap okusam, yazarın diline bürünür, bir süre etkisinden çıkmam. Yine öyleyim. Bir garip yazıyor, bir garip düşünüyorum. Her şeyden yorgunum. Kitaptan ne tür bir ana fikir çıkarmalıyım henüz anlayamadım. Büyük ihtimal kitabın üzerimde bıraktığı tesirden dolayı bir kaç gün yaşam zevkimi kaybetmiş halde dolanacağım. Aslında tam tersine, yazarın yazdıklarından ders çıkarmalı, diye düşünüp yaşama daha çok kapaklanmalıydım. Bazı şeyler ters etki yaratabiliyor.
Geçen gün biraz aşık olduğumu fark ettim. Size yazacaktım ama, yazmadım işte. Neden bilmiyorum. Sanırım ilk defa hoşlanmanın ötesinde bir şeyler hissediyorum. Bu duyguları ilk defa hissediyomuşum gibi. Bu görmeyince unuttuğum, ya da sadece yalnız kaldığımda hatırladığım aşklarıma benzemiyor. İlk defa buraya gelip "aşık oldum" deme cesaretini uyandırıyor bende. Bu sefer her an onu düşünüyorum. Fazla özlediğim yok ama gözlerimi kapatınca aniden yüzü beliriyor. Güzel gülümsemesini hatırlıyorum, içimi huzur kaplıyor. Bahsederken gülümsemeden yapamıyorum. Saçları çok güzel, gülümsemesi de. Konuşmayı beceremiyo bazen. Bazen utanıyo aptalca, öyle tatlı oluyo ki. Bazen göz göze geliyoruz, küçük bi tebessüm oluyo, belki tebessüm bile değil, öyle seviyorum ki o anları, gözlerimiz hemen kaçıyo. Belki bana öyle geliyo. Ben onun baktığı yerde oluyorum belki, mecburen göz göze geliyoruz. Tebessüm etmiyo belki. Belki hiçbir şey hissetmiyo. Pek de umrumda değil. Neden değil onu da şu sırada pek kestiremiyorum.
İnandığım tek ve güçlü şey aşk. Tanrının varlığına inama sebebim. Ve inanıyorum ki, bir kimse senin hayatının aşkıysa, sen ona aşıkken o da sana aşık olur. Başka bir kaçış noktası yok. Eğer bu birbirini tamamlayan bir oluşsa ki öyle o benim ruh eşimse, benim de onun ruh eşi olmam gerekir. Kolayca şöyledir ki, karşılıksız aşk diye bir şey yoktur, karşılıksız sevgi karşılıksız ilgi olabilir ama aşk daima çift taraflı olmak zorundadır. Ve aşkla ilgili inandığım bir başka nokta da şudur: insan hayatında birçok kez aşık olur bunlara aşk demek ne kadar doğrudur tartışılır fakat sadece biri gerçek aşktır. Gerçek, tam anlamıyla gerçek. Bir insanın hayatının geri kalanını diğer insana adaması laga lugası. Acaba annemle babam gerçekten aşıklar mı? Ya da en azından aşıklar mı? Hayatlarının bu esnasında hayat ne kadar değerli.
Ana-Babamız bizi neden yetiştiriyo acaba? Bir hevesten mi? ki öyle olsa geçmiş olması gerekirdi. Yoksa bir zorunluluk mu? madem yetiştirmeyecekler neden yaptılar. Ya da süregelmişliğin verdiği borçluluk hissinden mi? onların aileleri onlara bakmıştı, onlar da bize bakmalılar. Ya da sadece sevdiklerinden mi? Kim bilir? Evlat sevgisi dünyadaki tüm sevgilerden önce gelir öyleyse. Bi kadın vardı, oğluyla evlenmişti, ondan hamile filan kalmıştı. Bilmiyorum işte.
Belkide yeterince aşık değilimdir bilmiyorum ama ilk defa buraya aşk hakkında bir şeyler yazmama vesile olduğuna göre, en azından biraz önemli. Aşk konusunda kendime pek inancım yok. Aşka inancım tam, ya da bir gün bana aşık olacak kişiye, kendime değil. Neden yazdım bunu bilmiyorum. Tek bildiğim, bazen içime doğan sonsuza kadar yanında olmam gerektiği hissi. Sanki birlikte çok mutlu olurmuşuz hissi. Beni olduğum gibi sevmez korkusu. Olduğum kişi olmak istediklerimden daha iyi biri açıkça. Kendisinin nasıl biri olduğunu pek de bilmememe karşın, beni beğenmeyeceğine neden bu kadar takıyorum bilmiyorum. Karşın kelimesi orada olmalı mıydı onu da bilmiyorum. Sadece herkesi unutacak kadar seviyorum.
Bazen tadını çok sevdiğim dudak kremimi sürüyor, parmağımda kalanı ziyan olmasın diye parmağımı emiyorum. Bazen saçma sapan şeylere çok gülüyorum. Bazen, bazen geç gülüyorum. Bazen bağırarak konuşuyorum, bazen yavaş. Bazen birden moralim bozuluyo çekip gidiyorum. Bazen kafamı çok takıyorum. Bazen çok kıskanıyorum. Hepsiyle başa çıkabilir mi ki?
O da çok aptal gülümsüyo bazen. Bazen gözlerini kaçırıyo, bazen dikiyo üzerime. Seviyorum. Öyle her hareketini seviyorum. Tüm salaklıklarını seviyorum. Öyle yani.
Bazen bazı grupları uzun süre dinlemeyince onlara ihanet etmişim gibi hissediyorum. Uzun zamandır konsere monsere gitmiyorum. Işılların okulunda Teoman konseri varmış, ona gidicem sanırım. İstersem gideriz heralde. Pek sevmem teoman meoman ama, konser olsun. Gerçi teomanı da sırf herkes seviyo diye sevmiyorum. Gerçi bazen çok mal olabiliyo. Ne gerek vardı müziği bırakıyorum triplerine girip sonra da utanmadan yüzsüz yüzsüz müziğe geri dönmeye. Müziği bıraktıysan, intihar edecektin arkadaş! İşin raconunu bilmiyosan, hiç kalkışma.
Yazının başlarında akan edebilikten buraya nasıl geldiğimize bakın. Rezalet. Zaten dudağımızı yalarken seksi de olamıyoz anasını satıyım. Zaten seksi olma çabasıyla dudak yaladığım da yok. Ben gelende dudak kremimin o muhteşem tadını almak için emiyorum bildiğin dudaklarımı.
Ben olsam bu yazıyı okuduktan sonra bana aşık olurdum bilemiyorum. Acaba hiç daha önce gerçekten çok sevdi mi? Acaba.
Neyden bahsedeceğimi unutunca her şey karışıyo işte. Yazının başında yazarın diliyle başlamıştım, şimdi kendi köpek dilime geri döndüm.
Annem eve geldi kulaklığımı takmak zorunda kaldım. Yazının başlarında aşktan bahsediyodum ama ezgiyle dedikoduya girişince unuttum biraz.
Demin de ağladım accuk, neden nerden bileyim, dedim ya ağlamak üzerine yazı bile yazmış kendimi aşmış durumdayım. Şikayetçi değilim bu durumdan.
Yazının başını hatırlasam sonunu gerçekten bağlayabilirdim ama, hatırlamıyorum ya. Sadece yürüyüşüne bile aşık olduğum bir insan var işte.  Böyle çok. Hani çok farklı, hiç başıma gelmemişti işte. Aşk buysa güzelmiş.

21 Nisan 2013 Pazar

İpek

Çok duygusallı bi yazı oldu.

Yazıya nasıl başlayacağımı her zamanki gibi bilmiyorum. Dün gece olabilecek en yalnız modda tivitırda dolanıyordum, ipeğin bir tivitine rastladım. Sigarası yokmuş allahsızın, çok bok geceymiş. Ne yapacağımı bilemedim bi an. Hemen döşedim sen sigara mı içiyosun ağzına sıçarım diye, beni pek iplemedi açıkçası, ben olsam ben de iplemezdim. Öyle sıkışmış, zor durumda hissettim ki anlatamam. İpek sigara içiyordu, ipek...

 Sigara içen insana lafım yok, tamam sağlıksız filan ama içerlerse içsinler banane. Hatta İpek de içsin ne yapayım? İstiyorsa içsin. Dün gece ipeğin sigara içtiğini öğrenmem, onun sağlıksız bir yaşam geçireceği korkusundan öte bir şeydi. Dün gece kendimden saçma sapan nefret ettim. O sigara içiyordu, benim içme diyecek kadar söz hakkım yoktu. Dedim ama, ben kimdim ki dedim? 
Nasıl anlatacağıma dair hiçbir fikrim yok, onun sigara içmesi değil; sigara içecek kadar çaresiz kalmasıydı beni yıkan. Acılarını dindirmek için bu yolu seçmesiydi. Benim canımın içi, kardeşim, her şeyim, benliğim acısını dindirebilmek için bir bu yolu bulabilmişti, ne diyebilirdim ki?
 Dün gece okudum o tiviti ağladım. Şuan da ağlıyom. Zaten ota boka ağlayan bir mizacım var ağlamak diye yazı bile yazdım bu kadar aşmış durumdayım biliyosunuz. Basbaya benim suçum işte. Hepsi benim suçum. Ne acı çekiyorsa, ne şanssızlık geliyorsa başına hepsi benim suçum. Sigara içmesi de benim suçum, acısını dindirmek için en son bu çözüme muhtaç kalması da benim suçum. 

Hayatım boyunca en en zor dönemlerimde hep yanımda oldu. Çok da sikim olaylardı yani, aşk acısı ayrılık acısı. Hep yanımda oldu. İnanır mısınız, taa didimlerden oturdu bana dans kursu araştırdı. Ben ne yaptım? onu yalnız bırakıp gittim. En yardıma muhtaç, en psikolojisi bozuk, en zor döneminde onu bırakıp gittim. O kadar bencildim ki bıraktım. Sonra böyle oldu işte. Bacaklarıma ağda yaparken bile konuştuğum kıza, canımın içine, her şeyime nasıl içersin diyemedim. Dedim de, kimin umrundaydı. Ben onu bırakmıştım basbaya, hayatında söz hakkım olabilir miydi? İçme de diyemiyorum, olmuyo diyemiyorum içsin, içsin de, canı acıyo diye içmesin, canı istiyo diye içsin. 
Şuan durdum ve hayatım o kadar umrumda değil ki. Mutlu olsun diye ölmeye hazırım, cidden elimden geleni yapıcam mutlu olsun diye. Gerekirse izmire, didime gidicem yanında olucam. Gerekirse o istanbula gelicek, yanımda olmasını sağlıycam. 

İpek, benim bebeğim, anlatamayacağım kadar çok sevdiğim tek arkadaşım. Hatta bazen sözüm tam anlamıyla "tek" arkadaşım. Siktiğimin hayatının kötü olmasına izin vermiycem işte, nasıl vermiycem bilmiyorum ama bi yolunu bulurum. Gerekirse beynini sikerim yine bulurum. O mutlu olacak! ben olmıycam o olacak! Ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun olacak. 

Sonsuza kadar ayrılmayacağım tek insan sanırım. Sonsuza kadar hayatı güzel olsun diye kıçımı yırtacağım, seveceğim tek insan. Tek gerçek arkadaşım. Her zaman öyle olacak. Bilmiyom işte o gerizekalı şeyi o kadar çok seviyorum ki, kendimin bile ona zarar vermesine izin vermiycem. Bir kez görüp sarılayım nah bırakırım bi daha ben onu. O olacak, ben olacağım, her şey güzel olacak. Kızımın adı da ipek olacak işte, başka ne olsun, öyle olacak.

Şuan başımı ağrısından kesmek istiyorum. Sanırım yine bebek bi yazı oldu ama, bebek kadar çaresiz hissediyorum. Kendimden nefret ediyorm. Ama bi daha uzaklaşmasına izin vermiycem salağın. Hep dizimin dibinde olcak, atkı örcem ona. Uzatmıyorum daha fazla. Mutlu pazarlar.

12 Nisan 2013 Cuma

Koyamamıştım Adını


Eskiden bulutların üzerine çıkıp uyumak, yeryüzünü izlemek, zıplamak, uzanmak, huzur bulmak isterdim. Şimdi ise bulutların üzerine sıçmak istiyorum. Öfkeli olduğum çok şey var, böyle çok şey. Hoşlandığım oğlanın bana bakmamasına sinirleniyorum mesela. Voleybol oynarken topun bana gelmemesine, ha bi de servis atamıyorum ben ona sinirleniyorum. Atmıycam da servis. Servisinizi sikeyim. Servisiniz götünüze girsin. Voleybolu da sikeyim. Bi de her şeyde iyi olmaya çalışan insanları sikeyim. Hırslı, kafayı yemiş insanları. Bi de şeyi sikeyim, en iyi arkadaş kurallarımı sikeyim. En iyi arkadaş kuralı mı olurmuş ya rab? Mal mıyım lan ben? ciddi malım zaten cevap vermenize gerek yok. Vallahi büyük dert. Bazı konularda çok takıntılıyım sinirim bozuluyo. İşte bazen çok kızım. 
Neden bazen çok kızım? İyi ki de bazen çok kızım be, olmaz öyle, kurallar vardır. Senin hayatın boyunca benim gibi dertli arkadaşın olmadıysa seni de sikeyim, git. Var işte uyucan. 
Hoşlandığım çocuk hakkında yazıcaktım ama götüyle bile bakmadığı için bugün, yazmıycam. Ama çok tatlı eheh yerim. 
Böyle düşünüp aptal aptal gülümsüyorum bazen. İşte öyle oluyo. 
Çok nefret ediyorum bi de bissürü kişiden. Bi de çok kıskanıyorum hala her şeyleri. Kıskandığımda meditasyon yapıyorum ben, çok garip oluyo rahatlıyorum çünkü.

Çocukluğumdan beri bir uzak doğu kültürüyle büyümüşüm de ondan oluyo bunlar. İlk öğrendiğim şeylerden biri olsa da meditasyon yapmak, hayatımda kullanacağımı hiç tahmin etmezdim. Şaşıyorum kendimi oturmuş meditasyon yaparken bulunca. Rahatlıyorum, sonunda kıskançlıktan doğan nefretlerim yok oluyo. Yine de ölsünler birlikte dandini bi mezarda koksunlar. Demedim böyle bi'şey tövbe.

Bi de çok çişimi tutup birden yapınca rahatlıyorum. Bugün tutuyodum çişimi, külotumda da bi ıslaklık var sandım ki regl olmuşum meğersem çişim uçtan uçtan kaçıyomuş da ben farketmiyomuşum. Sonra gittim işedim işte. Umumi tuvalet fobim var, ondan ötesi başkası tuvaleti fobim var. Yani mesela annanemler üst katta oturuyo bizim, onlardayken çişim gelse eve iner öyle işerim. Başkasının tuvaletinde, dışarısı tuvaletinde yapamıyorum. Evi bekliyorum beklerken de kaçıyo. 

Bazen de uykum kaçıyo. Sinirleniyorum kaçıyo. Bi de çok eğlenince kaçıyo.

Özlerken hiç kaçmıyo. Pişman olurken bi de hatırlarken hiç kaçmıyo. Hemen uyuyorum. Acı çekerken kaçmıyo.

Ama bazen kakam kaçıyo mesela. Tam psikolojik olarak hazırlıyorum kendimi kaka yapmaya kaçıyo. Nereye kaçıyo bu kaka? Kaçıyo işte. Kaka yapmaktan korkuyorum, çok saçma dimi? Korkuyorum ama acıyo.

Hoşlandığım çocuk çok şeker. Böyle tam Stark bir tipi var. Gidip ısırasım filan geliyo, zor tutuyorum. Çok güzel sırıtıyo, çok güzel yürüyo, çok güzel bakıyo. Böyle hep güzel yapıyo yaptığı şeyleri. Tatlı mıdır nedir? Ama baksaydı bugün giderken. Bakmasın göt kafalı. Saçları da çok güzel.

Ben bi çocukla çıktım, size anlatmadım. Evet işte, bi çocukla çıktım. Ne kadar sürdü bilmiyorum tam olarak ama, çok da uzun sürmedi bir ay filan heralde. Güzel gidiyodu, tatlı bir ilişkimiz vardı, çocuğu da seviyodum hala seviyorum iyi insan yani ama olmadı işte. Ben onun için aşırı kıskanç, o da kıskanç bir kız için akıl alamayacak kadar rahattı. Tutturamadık teli. Gidip kızlara bana ettiği iltifatları etmeseydi iyi olurdu. Bi de başka insanlara bana davrandığından daha rahat davranmasa. Kızların yanaklarını sıkmasa, ve de ellerini tutmasa, kolunu omuzlarına atmasa iyi olurdu. Bana yapmıyodu, onlara da yapmasındı. Öyle ki okulda yanıma bile gelemiyorken gördüğü her kıza bu kadar samimi davranması sinir bozucu. Büyük ihtimalle beni sevdiği filan da yoktu. Kendi kendine ben herkesi seviyorum diye zırvalıyo fakat, pardon düzelteyim. Büyük ihtimalle beni diğer kızlardan çok sevdiği filan da yoktu. Herkese ağ attı, ben takıldım benimle çıktı. Safım çünkü. Allah belamı versin benim. Hala sinirim bozuluyo. Aldatılmaktan ya da aldatılmış gibi hissetmekten nefret ediyorum. Keşke çıkmasaydım o çocukla, keşke hiç konuşmasaydım da bu kadar sinirim bozulmasaydı her gördüğümde. Her gördüğümde diyorum, çünkü ne zaman görsem yanında kız oluyor. Hala neden kıskanıyorsam o da bir muamma ama, ölsün bok kaka. Popo derileri yansın da oturamasın üstüne. Demedim böyle bi şey tövbe. Bu kadar samimi, benim tabirimle yavşak, ona göre herkesi sevmesinden kaynaklanan bir huy, bu kadar yılış yakın olmasa insanlarla, sevmiştim ben iyi çocuktu. Ya da en azından benimle de o kadar yılış yakın olsaydı. Sinirlendim bak yine. Ama iyi çocuktu ki iyiydi.

Allahım Stark kafalım benim tatlıtatlıtaltı.

Çok ergen bir yazı yazmaktayım. Reglmden bile bahsettim. Düzensiz mi düzenli mi? takip etmiyorum bilemiyorum.
En iyi arkadaşlık kuralına uymayan en iyi arkadaşlarım da bokumu yesinler zaten. Küstüm onlara kendi kendime. Kakalar boklar, çişler salaklar. 
Sıkılmayı da sevmiyorum zaten. 
Bugün okulumu değiştirmeyi düşündüm ben. Neden düşündüm? İstiyom. Boğuyo bu okul beni en çok da insanları boğuyo. Çok saçma. Böyle olmasını hayal etmemiştim. Çok sıkıldım. Genel olarak okul kavramı da sıkıcı olabilir ama, bu okul daha bi sıkıcı. Yılın başında elli saat arkamdan çocuk gibi hareketlerin var, mal mal davranışların var dediler, kendi aptallıklarını görünce kahroluyorum. Sevmiyorum okulumu. İnsanların bu kadar fazla yapmacık olmalarına dayanamıyorum. Eğlenirken bile kendileri değiller, her an diktikleri kostümleri oynuyolar, usanıyorum yoruluyorum. Kimisini görmek bile istemiyorum. Şunları yazarken gözümde canlanıyo kimisi, bu sırada bile sinirlerim bozuluyo. Çekilmez bazısının varlığı.

Ölmek istediğim anlar oluyo. Bugün çok ölmek istiyorum. Güzel başladım gibiydi ama, çok ölmek istiyorum işte. Bir kez yetmezmiş gibi geliyo. Tekrar ölmek istiyorum, tekrar, tekrar.

Ölmesini istediğim anlar oluyo.
Ama en çok ölmek istediğim.
Ölmek istediğimiz.
İsimsizleşmek. 
Yoklaşmak.
Bazen yozlaşmak.
En çok ölmek istediğim anlar. 


Neden böyle bir yazı yadım ve yazmaya devam ediyorum. Bi de utanmadan yayınlıyomuşum bunu. Malım çünküsü. Haftalardır çok fazla edebi yazı yazdım bence. Çok fazla, bir yazı okudum ve hayatım değişti yazısı yazdım. Bunlara da ihtiyaç var.

En iyi arkadaşım ölsün. Bütün en iyi arkadaş kurallarına uymayan en iyi arkadaşlar ölsün. Demedim böyle bişi tövbe.



6 Nisan 2013 Cumartesi

http://fizy.com/#s/16qck3

Kıskanmakta yeni bir devir açtım. Artık uyumak kadar olağan bir şey oldu benim için. Kıskanırken hiçbir şeye acımıyorum, arkadaşım olmasına, kardeşim olmasına. O benim arkadaşım deyip geçemiyorum, benden iyi olduğu konuları tüm benliğimle kıskanıyorum. Belki de hiçbir şeyde iyi olmamamdan kaynaklanıyordur. Çok güzel, çok zeki, çok kültürlü değilim. Çok güzel çiziyor, çok güzel yazıyor olma durumum da yok. Düşünebiliyorum. Bunu herkes yapabiliyor. İnsanlar beni bazen dinlemiyorlar, bu bazen sinirimi bozuyor. Bazen dinliyorlar, insanlar beni dinlediğinde üzerlerinde otorite kurmuş gibi hissediyorum, bu daha çok sinirimi bozuyor. Biri bana hep kendin hakkında konuşuyosun demişti, tanımadığım biriydi, doğrusu adını vermek istemeyen bir seyirciydi. İnsanlara geçip ben hep kendim hakkında mı konuşuyorum diye soramadım, sorarken kendim hakkında konuşuyor olurdum. Konuşurken hep buna dikkat ediyorum şimdi, zor oluyor aslında. Şuan kendimden mi bahsediyorum? öyleyse susmalıyım, insanlar rahatsız olacaklar. Bunu düşünerek bir şeyler aktarmak çok zor. Bazen ben kimim de bu kadar konuşuyorum diyorum, ne bildiğim var ki? İnsanların kültürleri altında eziyorum kendimi. Kültürlüyüm diyemiyorum, diyen her insana kanımın son damlasına kadar şaşıyorum. İnsan ne zaman yeterince kültürlü olur? Neye göre kime göre? Ya da insan ne zaman yeterince güzel olur mesela. Ben, hayatımın sonuna kadar hiç güzel olamayacağım. Başıma büyük bir olay gelse de dünyanın en güzel insanı filan olsam, Adriana Lima, Marilyn Monroe bir ben iki olsam, yine dünyanın en güzel insanı olamam. Yanında daima çirkin hissedeceğim insanlar vardır mesela. Mesela, sarışın bir kadının yanında ben asla güzel değilimdir. Bunu bilimsel açıdan kanıtlamak mümkün olsa bile, hatta dünyadaki tüm insanlar karşımdaki kadın dahil bana sen daha güzelsin dese bile ben o kadından asla güzel değilimdir. O sarışındır, ben esmer. Ne zaman bir sarışın görsem kendimi çirkin hissederim. En bayram cicilerimi giyip, en güzel saçlarımı yapıp en güzel makyaja bürünsem bile, bazı insanların yanında çirkin olacağımdır. Sarışın ya da kumral değilimdir, bu büyük bir komplekstir bende. Buna rağmen hayatımın sonuna değin saçımı sarıya boyatmayacağımdır, sarışın değilimdir ve artık elden bir şey gelmez. Bu devirde de kompleksiz insanları kıskanıyorum işte
Çok dinleyen insanları, çok okuyan insanları, çok yaşayan insanları kıskanıyor; bunlar yaşanırken kendimin neyle uğraştığını idrak edemiyorum.
Üç yıl test çözdüm. Üç yıl yaşamadan test çözdüm. Bunu size hep söylüyorum, ideallerim vardı. Mutlu olacaktım, güzel bir liseye gidecektim, çok güzel olcaktı işte. O çalışmayan aptallar da mutsuz olacaklardı, günlerini göreceklerdi, ben emek vermiştim onlar vermemişti, tanrı bunları görürdü.
Ama böyle olmadı. İyi bir liseye gittim, mutluyum, ama onlar da mutlu. Onların mutlu olması beni üzmüyor, tanrıyı adaletsiz davrandığı için suçlamıyorum, sadece biraz kendimi suçluyorum. İnsanlar her türlü mutlu oluyor. Mutlu olmak iyi bir okulla ilgili değil, güzel bir çanta veya ayakkabıyla, mutlu olmak erkek arkadaşla ya da ders notuyla ilgili değil, mutlu olmak başarıyla ilgili değil -öyle ki yakınından bile geçmiyor. Açıkça belli ki, mutlu olmak yaşamakla ilgili bir şey. İdealler yerine yaşamayı seçseydim... Şuan yine bencillik ediyor ve kıskanıyorum sanırım. Bundan sonra yaşamayı seçtim. Kocaman bir hata yapmışımdır belki. Keşke daha zeki olabilseydim. Keşke hepimiz..
Dünyada düşünecek çok şey olmasına rağmen düşünmemeyi seçen insanları da kıskanabilirim mesela. Kıskanmamayı mı seçmeliyim?
Bazen kızları kıskandım sevdiğim çocukları seviyorlar diye, sevdiğim çocuk onları seviyor diye ya da. Neden kıskanmıştım onları? Çünkü gerçekten seviyodu birisi bir kızı, artık beni değil onu, gerçekten. Kıskanmıştım, öncelerde beni severdi çünkü. Ne bileyim işte ya, kendime kızmıştım belki de beni sevmemesini sağladığım için. Bazılarını kıskandım bazı kızlardan ki, onları sevmemek için bahanem olsun diye. Bazılarını kıskandım zorla, kıskanmam gerekiyormuş gibi hissettiğim için. Bazılarını sevdiğim için kıskandım. İnsan sevdiği için neden kıskanırsa. Bazen sırf kendi karaktersizliğimden pisliğimden kıskandım, bazı kızları. Belki çileden çıkarmak için kıskanıyordum bazılarını. Çok kıskandım şimdiye değin. Neden kıskandım ki bazılarını? Benden iyi miydiler? bazıları öyleydi demek ki. Gerçekten kıskandıklarım.
Bazı kimseleri de, kimse bile olamayacak çok kimseleri, benim yapamadıklarımı yapmaya cesaret ettikleri için kıskandım. Değersiz insanlar, en azından benim için. Neyime güvenerek bir insana değersiz diyebiliyorsam o da ayrı konu. Rahat olmalarını kıskandım, kaşar yavşak oldukları için kıskandım. Bu kadar rahat, bu kadar fingirdek olmak da fazla be abi, dedim kıskandım, geçtim onları kıskandım.
Bazıları seksiydi bu yüzden kıskandım. Ben de denedim seksi olmayı ama olmadı.
Eski sevgilimden eski sevgilim, eski sevgilim olarak nitelendiremediğim, eski bir arkadaşım olan kişinin güzel bulduğu insanları kıskandım. Beni asla güzel bulmadı, güzelsin demedi çünkü. Küçük bir cesaret bulup neden ben de güzelim ki azcık dediğimde dünya meselesi gibi güzel değilsin diye ısrar ettiği için, onun güzel bulduğu kızları kıskandım hep. Güzel kızları kıskandım. Kendimi sadece yalnızken güzel hissedebiliyorum.
Kısa boyluları kıskandım. Kendilerine hep biz uzun boylulardan daha çok güveniyolar. Kısa ve kaşar olanlar. Gerçi uzun ve kaşar olanlar, tamam kaşar olmakta o zaman iş. Ben saçma bir şekilde kaşar olanları kıskandım.
Oha evet ben kaşar insanları kıskanıyorum! Tam bir saçmayım. Hadi kendimize açıklayalım. Kaşar insanları kıskanıyorum çünkü hiç kaşar olamadım! Denediysem bile, ki bunu denemek bile başlı başına bir saçmalık, olamadım! Kaşar olmak zor bir zanaat bence. Her gün okula kendimi güzelleştirip gidip, her erkek gördüğümde eteğimi açacak kadar çok enerjim yok. Kaşar insanların bu enerjiyi nereden bulduklarına dair bir fikrim de yok.
Herkesle hemen arkadaş olan insanları da kıskanıyorum mesela, kaşar insanlar bu konuda rahatlar. Ben insanlarla arkadaş olmak gibi bir ihtiyaç duymuyorum açıkçası, istiyolarsa gelsinler onlar benle olsunlar, hiç kur mur yapamam. Ve ayrıca, çok saçma bir şey zaten insan arkadaşını seçmeli.
Çok saçma şeyleri kıskanmışım ben sanırım. Ha bir de benim hayallerimi yaşayanları da kıskandım. Tüm kıskandıklarım gibi, bu da onların bir suçu değildi tabii.

Çok saçma bir eylem kıskanmak. Sarışınlar olmasa keşke. Ben hiç olamadım çünkü.

25 Mart 2013 Pazartesi

Ağlamak

Ağlamayı her zaman çok sevdim. Bazen bu beni korkutuyor. Bunu söylerken üften püften her sebebe ağlamaktan, ya da gözyaşlarımı insanlara bir şeyleri yaptırmak için kullanmaktan bahsetmiyorum. Herhalde her annemin bana kızması sonucu ağladığımda beni odama gönderip sesini çıkarmadan ağla ben duymayayım demesindendir, hep kafamı bir yerlere gömüp sessiz sessiz ağlarım. Gözyaşlarını kullananlardan hiç olmadım.
Kimi insan tanıdım, yıllardır ağlamadıklarını iddia ettiler. Onlara inandım. İnsanlar arasında ağlamak gurursuzluk, onursuzluk gibi algılanılıyor. Bir erkek için asla ağlamam demişti bazı arkadaşlarım, bazısı not için ağlamazdı. Ben her ikisi için de ağladım. Bazen sebepsizce ağladım, bazen ağlamak için sebep yarattım ağlamak bana huzur verdi. Gözyaşları ruhumun uzantısı gibi hissederim. Gözyaşları insanın ruhu kadar gümüştür, gözyaşları insanın ruhundan akar, gözyaşları insanın kendi ruhuna dokunması gibidir, ağlarken ruhum bedene bürünmüş diye düşünürüm.
Sanki her insan göğsünde büyük bir yük taşıyor, somutça anlatılamayacak bir yük, alıp çıkarılamayacak bir yük, işte ağladığında insan ; bu yük terk eder bedeni. Ne kadar sürer bilmiyorum bu hafiflik anı, ama rahatlatıcıdır.
Ağlamamayı kural bilmiş, asla ağlamayan insanlar bu duyguları yaşayamıyor diye üzülüyorum bazen. Nasıl kitap okumayan insanların o heyecan verici tadı alamadığına üzülüyorsam, nasıl üşümeyi sevmeyen insanların rüzgardan zevk almayı becerememesine üzülüyorsam, ağlamayan insanlara da işte öyle üzülüyorum. Ağlamayan insan bana çok dertli geliyor, öyle ki bence bu dünyada en çok yük onların sırtında. Ağlamayan insanların öylesine çok yükü var ki, düşüncesi beni bile yoruyor. Onların gururları var, onların karakterleri var, onların kendilerine saygıları var ve bunları üzerilerine yapışmış bir parazit gibi taşıyorlar. Ağladığımda hiç de karaktersiz hissetmiyorum ben. Tam tersine en çok ağladığımda yaşıyormuş gibi hissediyorum. Sanki rüzgarı alıyorum yanıma, uçuyorum, sanki ruhum sonunda beden denilen zindandan kaçıp özgürleşiyor, hiçbir şey düşünmüyorum o sıralarda. Ne korumam gereken kendime saygıyı, ne karakterimi, ne onurumu, insanların yapıştırdığı etiketlerin hiçbirini düşünmüyorum. Gerçekten "ben" oluyorum, kalbim ruhumu kıskanıp yerinden çıkmak istiyor sanki. Gözyaşlarım ruhumun elleri gibi.

Ağlamak zayıflık mı? Ağlamak zayıflık değil, ağlamak her zaman kahramanlık olmuştur. Ağlamak hakkında zayıflık olan şey, onu kullanmaktır. Ağlamayı ruhumu serbest bırakmak dışında hiç kullanmadım.
Sevdiğim biri için ağladım, özlediğim biri için, kaybettiklerim için ağladım, bazen çok mutlu olduğum için. En çok, yaşamayı gerçekten hissettiğim anlarda istedim gözyaşlarımın süzülmesini, bazen en çaresiz anlarımda gözyaşlarım bana destek olacak bir arkadaş olsun diye ağladım.
Keşke herkes ağlayabilse bir kez olsun sadece kendini düşünüp, keşke insan bir kez olsun ruhu için bencilleşse, keşke herkes açsa ruhunun zindanlarını ve beden verse içindeki güce, her şey ne kadar yaşanılası ve hissedilesi olurdu. Keşke bir kez olsun, cesurca ağlayabilse tüm insanlık, keşke...

16 Mart 2013 Cumartesi

Yaradılış

resmin anlamsızlığının farkındayım


Mart olmuş yazı yok. Onlar hakkında yazayım diye bekleyen insanlar var diye korkuyorum, kimse hakkında yazmak istemiyorum. İçimde mutlulukla huzursuzluğun karışımından doğmuş aşırı büyük bir sıkılmışlık var, ne yapsam atamıyorum, kitap okuyorum. Arada geçmişin anlarına yolculuk yapıyor, sonra geri dönüyorum. Her anımda kelimeler az geliyor, daha fazlasını bilmek istiyorum. Bu istek başka insanlarda da var mı acaba, daha fazla kelime bileyim isteği? İstekten çok ihtiyaç. Yazarak anlatacaksanız, dünyadaki tüm kelimeleri bilseniz de yetmez. En zoru yazarak anlatmak belki de. Belki de çizerek. Herkes kendine en kolay anlatma yolunu bulmuş gibi. Ben dokunarak anlatmayı seviyorum, hissederek, yaşayarak. Neyse ki dünyadaki tüm sanatlar sunuyo bunu bana. Edebiyatta da dokunuyorum, dansta da, resimde de. Müzikte? müzik ruhun gıdasıdır diye bir klişe yapasım var. Müzik de ruhuma dokunuyo mesela, daha rahat yazıyorum filan. En güzeli dans etmek, hem müzik var hem doku, hem hava, hem nefes, hem yaşamak. Herkesin bi yolu var işte. Bazen bu bi kaçış mı diye düşünüyorum, sanat için yaratıldığımı hissetmek, kafam karışıyo. Acaba diyorum, bilimin zorluğundan mı kaçıyorum? Sorumluluğun zorluğundan, kendimi inandıramıyorum buna. Üniforma için ölen insanlar var mesela, ben onlardan değilim resmi bi kıyafeti olmayan iş isterim. Üniforma için doğmamışım. Kardelen var mesela sınıfta, doktor olacak. Olamasa da olacak. Öyle inanıyo ki ucunda ölüm olsa da olacak. Olacak işte. O, doktor olmak için yaratılmış. Doktor olmak için yaratılmış olsam bilirdim, o biliyo ben de bilirdim. Sanatçı olmak için yaratılmadığını bilenlerde var mesela. Spor için yaratılmışlar var, ben onlardan değilim, olsam bilirdim. İnsan büyük bir tutkuyla bunu içinde hissediyo sanırım. Ya da ben kendimi kandırıyorum. Sanat yapmak için yaratılmışım. Yazmak, çizmek, dans etmek, hissetmek için yaratılmışım. Fırat vardı mesela, eski bir arkadaşım, o bunun için yaratılmamıştı. Biliyodu. Bilime inanıyodu, bilim yapmak icat etmek elle tutulur bir şeyler bırakmak için yaratılmıştı, dünyayı somutça geliştirmek için. Bunlar ise, onun yaradılış amacı yani, benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Etse bilirdim heralde. Onun inandıklarına saygı duymuyor değilim, sadece benim yolum onunki değil. Ben onun tam tersine, dünyayı soyutça geliştirmek için yaratılmışım işte, hissettirmek için, daha çok daha çok hissettirmek. Arzuyla, tutkuyla, şefkatle  sevgiyle, ruhla, her duyguyla daha çok hissettirmek için. Bazen sadece "sanat yapmam gerek" diyorum kendi kendime. Bunun için mimar olucam. Ailemi hoşnut edip aynı zamanda sanat yapmanın tek yolu sanırım. Ailemin hoşnutluğu umrumda değil diyemiycem, en azından orta yolu bulmak iyi. Aileler uğraş veriyo, en azından onların isteklerini son damlasına kadar yerine getirelim. Yetişkin olunca başımızı istediğimiz kadar bokun içine sokarız.
Herkes bi şey için yaratılmış işte. Kimisi bokun içine gömülmek için yaratılmış. Bazen insanlara aşkı öğretmek için yaratıldığımı düşünürüm. Eğer bunun için yaratıldıysam, dünyanın en adaletsiz yaradılış görevi bence. Bazısı orospu olarak yaratılmış gerçi. Bazısı öğretmek için. Bazısı tek bir adım için yaratılmış. Bazısı, ölmek için. Düşününce pek de adaletsiz sayılmaz. Bazılarımız, Batman'in Robin'i olmak için yaratılmış. Hani kahraman değil de, onu kahraman yapan olmak için.

Hiçbir zaman kahraman olmak için yaratıldığımı düşünmedim. Yani romanlardaki o özel insan olduğumu. Kendi kitabımın başrolü değilim yani. Biri gelecek, ne zaman gelecek bilmiyorum, ben onun yardımcı karakteri olucam. Ben olmasam o yok olacak, ben kilit nokta olucam, ama asıl kişi olmuycam. 
Sanırım bu tür karakterler daha hoşuma gidiyo. Belki de asıl kişi olacak kadar cesur olmadığımdandır. Belki de, asıl kişiler hep budala olduklarındandır. Belki de ben budalayımdır, uzaktan asıl kişi gibi gözüküyorumdur da, asıl kişinin aslında gerçek zeka olması gerekiyodur, odur. Hiçbir türlü asıl kişi değilim işte. 
Aman amma konuştum. Belki konuşayım da siz kendinizi sorgulayın diye vardımdır sadece.

Yazıyı sonuna kadar okuduysanız, benim için kendinizi sorgulayabilir misiniz? Siz ne olmak için yaratılmışsınız? 

23 Şubat 2013 Cumartesi

neler yapıyorsam

Uzun zamandır yazmadığımın farkındayım. Açıkçası genelde büyük bir aşkın kancasına takıldıysam, deli gibi acı çekiyorsam ya da aşırı mutluysam blog yazdığım için, yazacak pek bir şeyim yok. Ne aşığım, ne çok acı çekiyorum, ne de çok mutluyum. Eski sevgilimi bile unuttum. O kadar sıkıcı ki, insan eski sevgilisini bu kadar çabuk unutmamalı. Yeni bir kız arkadaşı var sanırım, bloğuna bir şeyler yazmış sanki aşık oldum diye, aşık oldum tümleciyle beraber kızın resmini görünce devamını okumadım. Neden bloğuna yazıyorsa, sanki kim okuyor. Her neyse, bu olaydan sonra beş saat filan acı çektim ama sonra amaaan banane deyip eski monoton hayatıma devam ettim. Umursamıyorum. Bu umursamamazlık da aslında sıkıcı ama ne yapayım, zorlayıp "acı çek yasemin ! sevgilisi var!" mı diyeyim ? Bakın dedim, hala bir duygu yok, yok da yok.
resim ne alaka bilmiyorum

Daha önce söylemiş miydim bilmiyorum ama, hayatımda ilk defa arkadaşlarımı bu kadar çok seviyorum. İlk defa, bir erkek arkadaşlarımdan önemli değil. Sanırım hayatımda bir erkek olmadığından ama, şuan feriştahı gelse arkadaşlarımdan önemli olamaz.

Size tatlı bir haber (böyle deyince sanki bu blog bir anne bloğuymuş da ben de hamile olduğu müjdesini verecek bloggermışım gibi geldi), annem beni dans kursuna yazdırmış, henüz başlamadım ama yazdırmış sonuçta bu da bir ilerleme.  Gerçi evde olay çıkarıp, beni oyalıyosunuz diye çığırışımdan olsa gerek ama, canım annem oy oy.

Bu sıralar çok çay içiyorum, vücudumu esnetmeye çalışıyorum ve aşkıma dikkat ediyorum. Mazallah bir de aşık olursam, aldınız başınıza belayı. Car carlamalarımdan ben bile sıkılıyorum yahu.

Şuan hayatımdaki en büyük heyecan dün aldığım gömleğin kombinlemeyi planladığım pantolonla nasıl gözükeceği, ve bunları giymek için ne zaman ve kiminle dışarı çıkacağım. Büyük ihtimalle ablamla. Yarın okulda metriks izliyceklermiş, sen de gel birlikte gidelim dedi.
Ayrıca şuan hayatımdaki en büyük gizem, bir kitapçıda keşvettiğim çok güzel olan ve kimseyle paylaşmak istemediğimden kimseye söylemediğim adını da telaffuz edemediğim şarkı grubu.

Ayrıcanın ayrıcası, buradan kantincimiz Tamer Abi'ye selam gönderiyor, onu ne kadar çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Biliyorum okuması gibi bir ihtimal yok ama... Seneye yılbaşında ona yılın en iyi kantincisi ödülünü alıcam valla.

Daha edebi ve, bir yazı okudum hayatım değişti, bir yazı yazmak isterdim ama, gerçekten öyle yazılar istiyorsanız eski yazılarıma bir göz atın. Büyük bir şevkle ve heyecanla yazdığım yazılar da var.

Geçenlerde bir çocuk gördün twitter'da, çok tatlıydı filan aşık maşık oldum resimlerine baktım donuna kadar araştırdım filan, sonra sıkıldım. Aşık olmamışım meğersem.
Geçen gün de minibüs durağına yürürken bir çocuk gördüm, TANRIM ! çocuk beni geçene kadar gayet dikkatlice ona baktım sanırım. O kadar güzel dudakları vardı ki, o kadar güzellerdi ki anlatamam. O dudaklara sahip olmak istedim. Kıpkırmızılardı, parlak ve pürüssüzlerdi. Hayatımda gördüğüm en güzel dudaklardı. Çocuk bana dönüp bakmadı. Büyük ihtimalle acelesi vardı, ve o an insanları umursamadan sadece yürüyordu. Aslına bakarsanız, günlerimin, saatlerimin, dakikalarımın, saniyelerimin çoğunda ben de böyle yapıyorum. Sadece yürüyor, etrafıma bakmıyorum. Küçükken, geçen sene, etrafımdaki herkese dikkatlice bakardım, oğlanları keser onlarla kesişirdim, yakışıklı çocuk göreyim diye filan işte süzerdim ortalığı. Ama bu sene pek öyle değil, yani okulda filan bakıyorum bir kaç çocuğa da, ne bileyim eskiden bir saniye kesiştiğim çocuktan bile hoşlanabilirdim, şimdi olmuyo. Sokakta yürürken, nasıl başarıyorsam, gideceğim yere gözlerimi odaklayıp sadece oraya bakarak kimseyle göz teması kurmadan yürüyorum, kimseyi görmüyorum. Ama o gün o çocuğu ve muhteşem dudaklarını gördüm, gerçekten güzel dudakları vardı. Hatta şuan hatırımda dudaklarından başka bir şey yok.
Aslında geçen seneki abazanlığımı özledim biraz. Şıpsevdiliğimi, herkese aşık olup herkesten hoşlanışımı. İnanır mısınız, okulda bir çocuk beğendim hoşlanıcam diye kendimi siktim olmadı. Bazen aşık gibi filan oluyorum ama sadece gördüğümde yani, oturup onu filan düşünmüyorum. Hani gidip biriyle çıksa sikimde olmaz ama, ne bileyim biri olsun diye sanki. Düşünüyorum çıksak filan, ya da herhangi biriyle çıksam hani bi sevgilim olsa, istiyorum sanki gibi geliyo ama, sanırım cidden ama cidden bir ilişki istemiyorum şuan hayatımda. Sanırım artık kolayca birine aşık olamadığımdan, olsam belki isterim, olursam isterim. Bence sürekli birilerinden hoşlanır durumda olan ve kalpleri hala çarpan insanlar çok şanslı. Yaşlanmış gibi hissediyorum ve sanki "hoşlanma işleri bizden geçti" gibi bir moddayım. Aşık olurum, aniden, karar vermeden, tokat gibi ; ya da, olmam. Bu kadar. Kitabımdan hoşlanma kelimesini çıakrdım. Sanırım geçen sene hoşlandığım gorile benzeyen çocuktan bile, bu sene hoşlandığım çocuklardan daha çok hoşlanıyorum. Aşık olmak istemiyorum, korkuyorum biraz ama, olsa da iyi mi olur ? zaman gösterir.

Yine çelişki dolu konuştum dimi, napalım bee ben de böyleymişim.

4 Şubat 2013 Pazartesi

Ne saçmaladım ben ?

Duşa giriyordum, birden cümleler aklımda akmaya başladılar. Duşta uzunca bir blog yazısı yazdım, duştan çıktığımda yazıya nasıl başladığımı unutmuştum. Bu şekilde o kadar çok yazı kaybolup gidiyor ki anlatamam. Şimdi asıl yazımın konusuna nasıl bağlayacağım diye anlatılmaz bir zorluk çekiyorum, delirmek üzreyim. Burada delirmek yerine başka bir kelime kullanmak isterdim, bu günlerde kelime dağarcığım beni hep köşeye sıkıştırıyor, düzgün bir sözlük alıp hepsini okumayı planlıyorum, yoksa yazı yazmak çok zor oluyor. Hala asıl konuya bağlayacak bir şeyler bulamıyorum, en iyisi direk konuşayım. 

Belirli bir sosyal statüye -ya da belirli bir gruba diyelim- sahip insanlardan nefret ediyorum. Kendilerine bir çember çiziyorlar, topluca içine sıkışıp oraya sığamayanları kendilerinden aşağı görüyorlar. Kendilerinden aşağı gördükleri ayrı bir çember çizip oraya sığışıyorlar ve onlar da diğer çemberi aşağı görüyorlar, ben bu çemberlerin hiç bir yerinde bulunamıyor, kendi noktamda duruyorum. 
İnsanlar marjinalleşme çabası içerisinde herkesleşiyor, birbirinin aynı insanlar birbirlerini benimsiyor ve 'herkes'leri popülerleştiriyorlar. İnsanlar aslında herkesin sevebileceği basit şeyleri buluyor, bunları tanrılaştırıyor, bunu sevmenin ayrıcalık olduğu kanısına varıyorlar. Papyonları çok seviyorlar, bunları sevenleri özel buluyorlar, oduncu gömleğini, vans'leri, ne bileyim şimdilerde köprücük kemiğini vs.
Çiğköfteyi seviyorum ama hiçbir zaman çiğköfte yiyeceğim zaman oraya buraya çiğköfte yiyorum diye yapıştırıp hava atma ihtiyacı duymuyor, onu hayatımın tahtındaymış gibi yüceltmiyorum. Kitap okumayı gerçekten çok seviyorum ama her yerde "kitapsız yaşayamam" paylaşımlarında bulunmaya gereksinmiyorum. Tumblr kızı, tumblr erkeği nesneleri yüzünden tumblr kullanmıyorum. Köprücük kemiği belirgin olan insan, kalıplarından sonra köprücük kemiklerinin adını öğrendim ve artık onları göstermek çok da matah gelmiyor. Hayatımda hiç "nutella seven" bir insan olmadım. Ben küçükken bal yerdim, reçel yerdim, fındık ezmesi yerdim. Hayatımda nutellayı da hiç tanrılaştıramadım, bir kutu nutella bitirip tadına hayran kalamadım, pek de umrumda olmadı. Petito çikolatasını sevemedim, çok gereksiz bi çikolata bence içinde fındık yok bi'şey yok. Vosvosları severdim, herkesin onlara tutkuyla bağlı olması beni onlardan ayırdı yazar hala vosvos gördüğünde dokunma takıntısına sahiptir . Hiçbir zaman Marilyn Monroe'yu sevdiğimi insanlara söyleyemedim. Hiçbir konuda en iyi olamadım. Çok iyi yazamadım, çok iyi çizemedim, çok iyi dans edemedim. Siyaset muhabbetlerinde iyiyimdir, o da akranlarımın pek umrunda değil. Aslında ben hiç Atatürkçü olamadım. Bu Atatürk'ü sevmediğim anlamına gelmez ama hiç on kasımlarda ağlamadım, adına duyusal yazılar yazmadım. Ben hiç teröristlerden nefret edemedim bağımsızlık aşkı türk milletinin kanında vardır, nice bağımsızlık savaşlarımızda biz de terörist miydik ? . Bu kürt olduğum, teröristleri desteklediğim, şehitlere üzülmediğim anlamına gelmez. Hiçbir zaman sağcılar tamamen haksız ve solcular tamamen haklı diyemedim. Hiç, tayyip erdoğandan nefret edemedim. Her zaman herkesin kendine göre haklı bir yanı vardı. 
Hiçbir zaman gerçek bir grupta değildim. Aslına bakarsanız, hiçbir zaman gerçek bir "fan" bile olamadım. 
Harry Potter'ı severdim (hala seviyorum), harry potter hayranıydım (hala öyleyim) ama hiçbir zaman Harry Potter bitti diye ağlamadım. JKR bütün yazarlardan iyi, Harry Potter dünyadaki en mükemmel seri, en sevdiğim kitaplar diyemedim. Harry Potter üzerine duygusal yazılar yazamadım. Ben Dumbledore ölürken ağlamadım. JKR'yi tanrılaştırmadım kendisini ikinci bir annem gibi severim o ayrı konu. Harry Potter benim çocukluğum diyemedim. Harry Potter benim çocukluğum değildi çünkü. Benim çocukluğum sokaktır, pisliktir, toptur, iptir, saklambaçtır, evciliktir. Böyle olması gerekmez midir ? Ben çocukluğu bunlar değil de Harry Potter olan insana acırım. 
Açlık Oyunlarını, Doctor Who'yu, Beatles'ı, The Doors'u çok sevdim, ama gerçek hayranları oldum mu ? Hayır. Belki bir nebze MFÖ hayranıyımdır. 
Hiç nefret edemedim ben. 1D dinleyen insanlardan, Justin Bieber fanlarından, Twilight hayranlarından nefret edemedim. Twilight kitaplarını yakmış insanlar tanıdım ben ne olursa olsun, asla ama asla ama asla bir kitap yakılmaz , sırf twilight filmlerinde oynadı diye, bir takım oyunculardan nefret eden insanlar tanıdım. Ben bunu hiç yapamadım. Harry Potter hayranıyım diye, oradaki tüm oyuncuları çok sevemedim. 
Benim hiç, onsuz yapamam dediğim bir şeyim olmadı. En değerli eşyam olmadı. Onsuz uyuyamam dediğim bir şeyim olmadı. Benim fobim bile olmadı. Nefret ettiğim yemek bile olmadı benim aslında karnıbahar yemem ama bunun da asla yemem dediğim bir yemek olsun özentiliğinden geldiğini düşünmekteyim. Tam olarak kız bile olamadım ben amınakoyiyim. Küfür ettim. Küfür eden kız mı olurmuş ? Hep biraz erkek fatmaya kaydım, çıtı pıtı olamadım. Güzel olamadım, çirkin de olamadım ben. Zayıflardandım hayatımın bir zamanlarında, o da geçiçi şey işte. Şiir yazanlardandım, şiiri kimse sevmez ki. 
Sanırım hayatımın hiçbir köşesinde, bir grupta nesneleşemedim. Bir şeyleri nesneleştirip onlara tapamadım, putlarım olmadı hiç. Herkesleşemedim, istemedim. Duman sevemedim ben afedersiniz ama basit ucuz ve pazarlığa yönelik müziği sevmemi beklemeyin. Nutella kızı, tumblr kızı sıfatlarını kendime yakıştırmadım. Blogger kızıyım belki biraz.
Taptığım bir şehir olmadı, bu ülkeden kaçıp gidicem diyemedim. İstanbulda ölmeyi arzuluyorum. Belki buraya aitimdir, yaşadığım yere. Belki kendime aitimdir. Ama hiç, gerçekten bir şeye ait olamadım. Farklılaşmak için herkesleşemedim, herkesleşenlerden kaçtım. Herkeslerin katı kurallarında, Justin Bieber haranlığını saklayan insanlar tanıdım. 1D ve Beatles'ı bir arada dinleyen insanlar tanıdım. Sevdikleri ve zevk aldıkları yüzünden çekinenler tanıdım. 1D hayranlarına bu arada nasıl yazıldığını bilmiyorum ondan sürekli 1d yazıyorum eheh abazan deyip, her gün mastürbasyon yapan insanlar tanıdım ve allah aşkına siz iki memeye bakıp azabiliyosunuz kızlar neden yapamasınlar bunu, mastürbasyon sadece size mi, bu ne kibir . Bir kızın resmine bakıp birbirlerine "boşaldım !!!" diyen erkekler, kızlar 1D Bieber gibi şeyler sevince neden onları düşüncesizce eleştiriyolar ? Siz tüm kadınları nesneleştirirken onlar bir kaç erkeği nesneleştirmiş çok mu ? 
İnsanlarla dinledikleri müzikler, okudukları kitaplar, yaptıkları seçimler yüzünden dalga geçemezsiniz. Buna hanginizin hakkı var ? İnsanların arzularını saklamasına sebep olmaya hanginizin hakkı var ? Onları oldukları kişi için dışlamayın. Sizin olduğunuz herkeslikten çok daha gerçekler. Hayatlarında kalıplar ve nesneler yok. Her insan kişiliğiyle özeldir. 
Sonuç olarak, ben bir cacık olamadım. Hıyar geldim, hıyar gideceğim.